O, manevi cihadı, “iman”ın sağlam, çürümez, çürütülmez kaideleri üzerine bina eder. Yani, bu zamandaki cihad, “cihad-ı manevidir”, der:
*Bu zamanın cihadının esasının, ilim, fikir, hikmet, ihlas ile nefis, şeytan ve sair kötülüklere karşı, “manevi cihad” olduğunu, “Asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevisidir.” cümlesiyle vurgular.(Beyanat ve Tenvirler, Yeni Asya Neşriyat, s. 254.)
Bunu fiilen de göstererek, dahilde maddi değil, manevi cihadın yapılacağını şu hadise ile anlatır:
“Şeyh Said hadisesiyle hiçbir ilgisi olmadığı, hatta hadise öncesinde kendisinden destek isteyen Şeyh Said’i bu niyetinden vazgeçirmeye çalıştığı halde, Bediüzzaman hadise sonrasında, Van’da ikamet ettiği uzlethanesinden alınarak Burdur’a, oradan da Isparta’nın Barla nahiyesine götürülmüştür. Burada ‘manevi cihad’ hizmetini başlatmış.” (A.g.e., s. 19.)
Şüphesiz ki, bu günümüzün cihadı, “iman-ı tahkiki” kılıncıyla olacaktır. Çünkü, “Kılınç, düşmana göre çekilir.” Yani, düşman hangi silah ile cihazlanmışsa, aynı şekilde mukabele etmek gerekir ki, tesirli olunabilsin.
Bugün, düşmanın elinde, “Fen, felsefe, ilim, fikir ve sanayii silahları vardır. Cihadın, tebliğ, irşad ve davet bölümlerinde dahi, “kulluk ve takva” da beraber gitmelidir. Bu zamanın en etkili silahlarından birisi de, “muhabbet ve sevdirmek”tir; yoksa korkutmak, ürkütmek ve nefret ettirmek değildir.
***
Bediüzzaman, “cihad-ı manevi”yi, “duygu, boyutuna” taşıyarak, bütün duygu, duyu his ve latifeleri de tatmin edecek tarzda izahlar getirmiştir. İlerde bu mevzuu da ele almaya çalışacağız.
Cihad ve çeşitleri
Buraya kadar olan bölümlerde, İslam alemini, ahirzamanın dehşetli akımlarını görmeye çalıştık. İçtihad ve müçtehid meselelerini etraflıca inceledik. Risale-i Nur’un nasıl bir hizmeti omuzladığını gördük. Şu halde cihad ve çeşitleri nedir? Kimler cihad ile mükelleftir, hangi vasıtaları, nasıl kullanacaklardır, günümüzde cihad nasıl yapılmalıdır?
Cihad, cehd, gayret, Allah yolunda mukaddes değerler uğrunda mücadele, mücahede etmek ve savaşmaktır.
Bütün mü’minler cihad ile vazifelidir. Cihad, “emr-i bilma’ruf, nehy-i anil-münker” (doğruyu, iyiyi, güzeli emretmek, kötü, çirkin zararlı şeylerden sakındırmak) ile, “davet, tebliğ ve irşad” mefhumlarıyla yakından irtibatlıdır. Daha doğrusu, onlar da cihadın unsurlarıdır. Cihadı, sadece silahlı mücadele olarak anlamak, eksik ve son derece yanlış bir anlayıştır.
Cihadın maddi-manevi yönleri olduğu gibi, dahilde maddi, “ekonomik”, harice karşı silahla verilen bir de maddi boyutu vardır.
Her Müslüman dahilde cihad-ı manevi ile görevli olduğunu gösteren ayetlerden birisi, “Allah yolunda nasıl cihad etmek gerekiyorsa öyle cihad edin. Dinine yardım etmek için sizi O seçti ve dinde üzerinize büyük bir güçlük yüklemedi...” (Hac, 78.) şeklindedir.
“Nasıl cihad edilmesi gerekiyorsa”nın manası, cihadın çeşitlerini dikkatlere sunmaktır, başta iki kısma ayrılır:
Maddi cihad, manevi cihad
Maddi cihad, beden ile, mal ile yapılan cihaddır. Harici düşmanlara karşı silahlı mücadele, harpte beden ile yapılan kısmından olduğu açık.. Ancak harici cihada da şahıslar, yalnız başına karar veremezler. Yetki, sahanın uzmanları ve cumhur dediğimiz alimler heyeti ile kamuoyunundur.
Cihadın, Kur’an ve Sünnetten çıkan diğer tasnifini de ana başlıkları ile verirsek şöyle bir tablo ile karşılaşırız:
“Vasıtaları yönünden cihad: İlimle cihad, dil ile cihad, mal ile cihad, beden ile cihad.
Hedef ve alanları açısından cihad: Nefs ile cihad, şeytana karşı cihad, münafıklarla cihad, kötülüklere karşı cihad, fitne ve fesada karşı cihad, bağilerle cihad, dış düşmanlarla cihad.
Cihad-ı manevi: Tebliğ, irşad
Şimdi cihad meselesini biraz daha açmaya çalışalım. Her mü’min istisnasız “emr-i bilma’ruf, nehy-i an’il-münker” diye tarif edilen ve “tebliğ, irşad” mefhumlarını da içine alan cihad ile vazifelendirilmiştir...
Vahiy, İlahi bir tebliğdir. Cenab-ı Hakkın, “Habir, Rab, Hakim, alim” gibi isimleri, tebliğ ve irşada da bakar aynı zamanda.
Cebrail (a.s.) de, “Hilkat-i kainatın en ehemmiyetli neticesi olan insanlarla münasebat-ı Rabbaniyeyi tebliğ ve izhar eden Cebrail Aleyhisselam” Allah ü Tealanın emirlerini insani elçilerine tebliğ etmekle vazifeli en büyük meleki tebliğci-lerden birisidir. Demek tebliğin aynı zamanda, “yaradılış ve rububiyet” dairesi ile de alakası bulunmaktadır.
Resul-i Ekrem (a.s.m.) ins ve cinne Kur’an’ı tebliğ etmiş mürşid-i ekmeldir. Örnek alınacak yegane şahsiyettir:
“Ve öyle bir Muhammed (a.s.m.) ki, alem-i gayb ve melekutu seyir ve ziyaret etmekle, ervahı müşahede ve melaikeyle musahabe, cin ve insanlara irşad vazifesini almıştır.” (Mesnevi-i i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, s. 47.)
Örnektir, çünkü, “Hem, tebliğ-i risalette ve nası hakka davette o derece metanet ve sebat ve cesaret göstermiş ki, büyük devletler ve büyük dinler, hatta kavim ve kabilesi ve amcası ona şiddetli adavet ettikleri halde, zerre miktar bir eser-i tereddüt, bir telaş, bir korkaklık göstermemesi ve tek başıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başa da çıkarması ve İslamiyeti dünyanın başına geçirmesi ispat eder ki, tebliğ ve davette dahi misli olmamış ve olamaz.” (Şualar, Yeni Asya Neşriyat, s. 120.)
Yegane tebliğ kitabı Kur’an-ı azimüşşandır. Baştan ayağa, irşad, tebliğ ve davet kitabıdır. İrşadda öyle bir üslup kullanır ki, insanların vicdanlarının derinlikle-rine kadar nüfuz eder:
“Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan, nev-i beşeri (insanlığı) itaate irşad, isyandan zecr (zorlama) ve men etmek üzere kullandığı üslub-u alisine (yüksek üslubuna) bak:
“Rahman Suresinin 23. ayetinde ‘Ey ins ve cin cemaati! Mülkümden hariç bir memlekete çıkıp kurtulmak için semavat ve arzın aktarından çıkmaya kuvvetiniz varsa çıkınız. Amma ancak bir sultanla çıkarsınız.”
“Kur’an-ı Kerim bu ayetle, pek geniş saltanat-ı rububiyete (terbiye ettiği, hükmüne boyun eğdirdiği atomdan yıldızlara, galaksi sistemine kadar bütün kainat) karşı ins ve cinnin aczlerini ilan zımnında nida ediyor: ‘Ey insan-ı hakir, sağir, aciz! Ne suretle, şeytanları recmeden melaikeyle necimlerin, şemslerin, kamerlerin itaat ettikleri Sultan-ı Ezele isyan ediyorsun. Nasıl kocaman yıldızları mermi, kurşun yerinde kullanabilen bir askere sahip olan bir sultana karşı isyan etmeye cesaret edi-yorsun?” (Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, s. 174.)
124 bin peygamber, “tebliğ” ile vazifelendirilmiştir.
Hz. adem (a.s.m.) başlayan suhuf ve sair semavi kitaplar da irşad için indirilmiştir.
Tebliğ, peygamberliğin beş vasfından en önemlisidir. Şu halde, irşad ve tebliğ, Muhammedi (a.s.m.), Kur’an’i, meleki, nebevi bir özelliktir.
124 milyonu aşkın evliya da bu nurani irşad halkasında vazife almıştır. Ki, bunlardan bazıları, şu hadis-i şerife, “Ümmetimin alimleri İsrailoğullarının peygamberleri gibidir” mazharları olduklarıdır. (Bu hadis, kaynaklarda haber-i meşhur olarak geçmektedir. Bkz. Acluni, Keşfü’l-Hafa: 2:64; Tecrid-i Sarih Tercemesi: 1:107; Diyanet İşleri Yayınları). Başta Cafer-i Sadık (r.a.) ve Gavs-ı Azam (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) olarak herbiri, ümmetin bir kısm-ı azamını tarik-i hakikate (gerçekler yolunda) ve hakikat-i İslamiyete irşad edenler,..” (Şualar, Yeni Asya Neşriyat, s. 89.)
*Ve Bediüzzaman Said Nursi, bu tabakanın tebliğ ve irşad halkasının son ve en mükemmel meyve ve temsilcisidir.
***
Pek çoğumuzun bildiği gibi, “emr-i bil-ma’ruf nehy-i an’il-münker”, dinin emrettiklerini ve sakındırdıklarını, yani Kur’an ve İslam hakikatlerini neşretmek; bildirmek, tebliğ etmek; kötü, çirkin ve zararlı şeylerden de insanları uzaklaştırmaktır. Aynı zamanda tebliğ ve irşad görevini şartlarına riayet ederek ifa etmektir.
Şöyle de tarif edebiliriz: İslamı anlatmak, güzel ahlaka teşvik etmek, kötülükten sakındırmak. Bu vazifeyi Kur’an her mü’mine yüklemiştir. İlahi fermanlara kulak verelim:
“Müminler ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” (Hac, 41.)
***
Her meselede olduğu gibi, gayet tabiidir ki, bu vazifeyi yerine getirmenin usul, metod ve prensipleri olmalıdır. Herkes, kendi anlayışına göre bir yol tutturamaz. Bu sahada otorite olan İslam uleması, irşadın prensiplerini madde madde sıralamışlardır. Ve çok değerli, orijinal Kur’an’i metod ve üsluplar çıkarmışlardır.
Allah yoluna, güzellikle, iyilikle çağırmamız ve nezahet içinde mücadele etme-mizi bizzat Kur’an istiyor. Bu hususlar, tebliğ ve irşad bahislerinde uzun uzun ve en ince teferruatına kadar incelenmiş... Yeri geldikçe, biz de özet bilgiler sunacağız.
“Emr-i bil-ma’ruf” hakkında bir çok ayet-i kerime vardır. Bunlardan birisi, “Allah’ın dinine sarılıp birlik olduğunuz gibi, içinizden öyle bir de öyle bir topluluk bulunsun ki, onlar insanları hayra çağırsın, iyiliği tavsiye edip, kötülükten sakındırsın. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendisidir” (Al-i İmran, 104) diye emredilmektedir. Aynı surenin 110 ve 114. ayetlerinde de, “İyiliği tavsiye edip kötülükten sıkındırırlar ve hayırlı işlere koşuşurlar” diye ifade edilmektedir.
Bu ayetler de, çeşitli hadislerle tefsir edilirler. Mesela, birisinde Peygamber Efendimiz (a.s.m.), “Hayatımı kudreti elinde tutan Zat’a yemin ederim ki, ya ma’rufu emredecek, münkeri yasaklamaya çalışacaksınız, veya Allah size, tarafından bir azap gönderecektir. Sonra siz Ona dua edeceksiniz, fakat duanız kabul olunmayacaktır” buyurmaktadır.
Bir diğerinde de, “Bir kötülük gizli kaldığı vakit, zararı yalnız sahibine olur; açıktan yapılıp çevre tarafından değişti-rilmediği vakit ise, zararı umuma şamil olur” diye beyan edilmektedir.
Çoğumuz şu hadisi duymuşuzdur: “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle, buna gücünüz yetmiyorsa dilinizle, ona da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğzediniz! Bu da imanın en zayıf derecesidir.”
Konunun uzmanı olan muhaddisler, “el, dil ve kalp” konusuna açıklık getirmişlerdir. El, yani güç ile idareciler; dil ile arifler, alimler; kalb ile, mesele hakkında bilgisi olmayanlar düzelteceklerdir. Buna da güç getiremeyenler, zayıf bir konumdadırlar, evvela kendilerini yetiştirmeleri ve düzeltmeleri gerekiyor...
Başta herkes, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) tabiriyle, “cihad-ı ekber”, yani “büyük cihad” ile mükelleftir. Yorumunu, hiç uzatmadan Bediüzzaman’dan dinleyelim:
“Herkes kendi aleminde bir kumandan olduğundan, alem-i asgarında (kendi küçük dünyasında) cihad-ı ekber (büyük cihad) ile mükelleftir ve ahlak-ı Ahmediye ile tahalluk (Peygamber Efendimizin (a.s.m.) ahlakı ile ahlaklanmak) ve Sünnet-i Nebeviyeyi ihya ile muvazzaftır (Sünneti yaşamak ve hayata geçirmekle vazifeli.) (Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, s. 51