Aynı kalemleri, kâğıtları, kelimeleri kullansak da.
Onlara şalelerin, köşklerin, konakların düştüğünü.
Müslümanlara da çamurlu yolların ulaştırdığı kenar mahallelerdeki mütevazı konutların.
Gerçi bugünü gördüğümüzde o mütevazı koşulların, fakirane yaşamın nasıl onurlu bir hayat manifestosu olduğu da ayrı bir hakikat.
Ne ki bugün kimi Müslümanların tavırları da o çeyrek yüzyıl önce eleştirdiğimiz kesime dönüştü.
Her bahar ziyaret ettiğimiz İstanbul’un sahili kalabilen uzak ilçelerinde azman binalarca biraz daha denizin görüş alanından çıktığını.
Ormanlara kondurulan özel okullar ve ışıklara boğulan dernek, vakıf, tesis alanları ile dolaşacak yer kalmaması insanı derin acılara gark etmekte.
Şehir yaman bir savaş vermekte ve bozgunu yaşamakta.
Oysa Müslümanlar ahiretin yanı sıra dünyanın da düzeninden sorumludurlar.
İyiliği yeşil tutmakla mesuldürler.
Müslümanlar, gelecek nesillere katledilmiş bir çevre, moloz ve çöp yığını olan çirkin, aptal, azman binalar bırakmanın utancını, ayıbını ne yazık ki kitlelerin üzerine yıkmaktadırlar.
Yıllarca yazdım, çocukluğumda gençliğimde şahit olduğum o orman katliamını, çevirmeleri, haksızca gasp etmeleri, ağaçların boynunu vurup apartmanlar dikip ümmetin hakkını çalan haramilerin nasıl kısa sürede zengin olduklarını.
Yaşlandıklarında da o haram paralarla hacca gidip, cami yaptıracak kadar hayır hasenat işlediklerini sanıp, şeklen Müslümanlığı sürdürdükleri fakat öz olarak İslam’dan uzak olduklarını.
Konuşmalarımda bunu anlattığımda insanların hoşlanmadığını.
Aliya Izzetbegoviç de bu duruma, “İslam ile Müslümanlar arasındaki mesafe” demektedir.
“Müslümanların içinde bulundukları geri kalmışlıkta yabancılar kadar kendilerinin de rolü bulunmaktadır. Bu kötü gidişin reçetesi ise İslamlaşmadır.”
İlk Müslümanlar seçkin tavırları ile örnek oldular, sonrakiler ise dünyanın cazibesinden gözlerinin kamaşmasını engellemekte zorlandılar.
Bu çelişkiyi Aliya, çok güzel açıklamıştır; “Müslümanların eğitimsiz, esaret altında, pasif ve birbirleriyle kavgalı olmaları en başta İslam’a uygun değildir. Müslümanların her kalkınması, her şerefle dolu dönem Kur’an-ı Kerim’in öncelenmesiyle başlamıştır. Müslümanlar, Kur’an-ı Kerim’in zulümle mücadele, doğruluk, şahsiyet, maddi fedakârlıklar hakkındaki emirlerinden daha çok metninin makamla, güzel sesle okunmasını önemsemiştir.”
Böylece güzel Kur’an okumak hedeflenmiş fakat ne anlattığı es geçilmiştir.
Böylesi bir Müslüman profili çok artmış ve her yanı kaplamıştır.
Çelişki işte burada ve tehlikeleri çok büyüktür.
Yansımaları akla gelmedik alanlarda görülmekte, gençlerin bir kesimi başörtüsünü çıkaracak denli bu çelişkilerin girdabına güç yetirememektedir.
Hem Müslümanlar için hem de bütün insanlık için örnek modelin yitirilmesi; dünyanın düzeninin örselenmesinde, insanlığın huzur ve mutluluğunun yok oluşunda etkin pay sahibidir. Mine Alpay Gün