Yer ve göklerin yaratılış amacında insanın yeri şu ayette açıklığa kavuşturulur:
“Yeryüzünde ne varsa sizin için O yarattı.
Bundan başka semaya da iradesini yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O her şeyi hakkıyla bilendir.”
Ayetten şunu anlayabiliriz: “İnsanın pek yüksek bir kıymeti olmasaydı, semavat ve arz onun istifadesine mutî ve musahhar olmazdı. Ve keza, insan ehemmiyetsiz olsaydı, mahlûkat onun için halk edilmezdi. Eğer insan ehemmiyetsiz ve kıymetsiz olsaydı, o vakit insan, mahlûkat için halk olunacaktı. Ve keza, insanın Hâlık’ı yanında mevkii pek büyük olduğu içindir ki, âlem-i dünyayı kendisi için değil, beşer için, beşeri de ibadeti için halk etmiştir.”
Rabbimizi bize tarif eden üç büyük tarif edici: Kâinat kitabı, Kur’ân-ı Kerîm ve Resul-i Ekrem Efendimizdir (asm).
Kur’ân yeryüzüne indiğinde, dünya inkâr ve cehalet bataklığına düşmüş, insanlık vahşet dehşet içinde idi. Her gece dünya semasını bir şehrayin gibi süsleyen yıldızlar, her sabah dünyaya ışık ve hayat veren güneş, her bahar yeniden dirilen yeryüzü, üzerlerinde yazılı manaları okuyacak bir çift göz bulamadan geçip gidiyordu. Çiçekler, böcekler, kuşlar, denizler, ırmaklar, dağlar, ovalar, bulutlar bir başıboşluk içinde yuvarlanıyor; ne anlattıkları, neye hizmet ettikleri, hangi sanatkârın nakışlarıyla süslendikleri anlaşılamadan yokluk perdesi altında kaybolup gidiyordu.
Kur’ân-ı Kerîm inince kâinat kitabı okunmaya başladı. Asırları örten karanlıkları ayetleriyle birer şimşek gibi delip geçti. Ülfet, alışkanlık perdesini yırttı, gözümüzün önündeki varlıkların ve olayların anlamlarını açığa çıkardı.
Güneşi insanlığa gösterdi. “Bu Rabbinizin ayetidir” dedi. “O’nun emriyle size ışık ve hayat verir. O’nun emriyle yanar, O’nun emriyle söner. O’nu övüp O’nu tesbih eder.”
Sonra ayı gösterdi. “Bu sizin kandiliniz ve takviminizdir” dedi. “Rabbinizin emriyle gecenize nur saçar, size vaktinizi bildirir; takvimcilik yapar. O’nun emriyle aydınlanır, O’nun emriyle aydınlatır. O’nun emriyle her gece şekilden şekle girer, O’nu övüp Onu tesbih eder”
Arkasından yıldızları gösterdi. “Hem gecenin karanlığında, hem inkâr ve cehalet karanlıklarında yolunuzu onlarla bulursunuz” dedi.
Kur’ân kâinat kitabını okumaya devam etti.
“Onlar Rabbinizin emriyle yanar, O’nun emriyle gezer, O’nun emriyle semanızı süsler, size tebessüm edip dururlar. O’nu övüp O’nu tesbih ederler. Sayısız dillerle size O’nu anatırlar. Bakın, okuyun, anlayın!”
Gökyüzünü gösterdi. “Bulutlara bakın!” dedi. “Rahmetimizi müjdelemek için koşarak size gelen rüzgâra bakın. Korku ve ümit içinde size gösterdiğimiz şimşeğe, gök gürültüsüne bakın. Nasıl bağırarak konuşuyor? Kuşların cıvıldaşmalarıyla, denizlerin dalgalarıyla, yaprakların hışırtılarıyla Allah’ı tesbih ettikleri gibi gökyüzünü de böyle konuştururuz.”
Göklerde ve yerde ne varsa hepsini gözler önüne serdi. “Rahman’ın yarattığında nizamsızlıktan eser göremezsin” dedi.
Haydi, göklerde ve yerde gözünüzü gezdirin. Bakın, her şey nasıl yerli yerine konmuş. Demek ki, bunları yapan, adaletle iş görüyor. Öyleyse siz de adil olun. Yoksa zulmünüz cezasız kalmaz.
Sonra dönün kendi yaratılışınıza bakın! Her baharda yeryüzünün dirilişine dikkat edin. Sonra göklerin ve yerin nasıl yaratıldığını düşünün. Bütün bunları yapan, elbette sizi tekrar diriltmeye de kadirdir. Sizi bu dünyada hesapsız nimetleriyle aziz bir misafir gibi ağırlayan, ebedî Cennetlerinde sonsuz nimetleriyle mutlu etmeye de kadirdir. En küçük bir böceğin en küçük bir ihtiyacını görüp yetiştiren, sizin gizli ve açık bütün dileklerinizi de işitir ve yerine getirir. Öyleyse O’na yönelin. Dünyada güzelce yaşayın, ahirette güzellik bulun.
İşte, vahşete ve dehşete bürünmüş bir dünyaya, bunlar gibi daha nice hakikatlerle nurlar saçan bir Kur’ân indi. Gökler ve yer, akıllar ve kalpler onunla birden aydınlanıverdi.
Özetle, insan mümtaz ve müstesnadır; seçkin bir makama sahiptir. Yani “özel” olarak yaratılmıştır. Bir başka ifadeyle diğer varlıklar hizmetine verilmiştir. Bu kadar masrafın elbette bir karşılığı olmalıdır.
Kâinatın ve dolayısıyla insanların yaratılışındaki hikmet ve gaye, “Ben, cinleri ve insanları ancak bana iman ve ibadet etsinler diye yarattım.” ferman-ı celîlince, ibadettir. Hamd ise, ibadetin icmalî bir sureti ve küçük bir nüshasıdır ve bu makamda zikri, hilkatin gayesini tasavvur etmeye işarettir.
Allah’ın kendi eser ve sanatlarını görmek ve göstermek için varlıkları yaratmış olması yaratılışın amacını teşkil etmekte, bu yaratılış ise Allah’ın yaratıcı iradesiyle ve “düşünülen ihtimallerin en güzel şekliyle” yaratmış olmasıdır. Bu sebeple tabiat veya tesadüfe izafe edilen bir “yaratıcı irade” aramaya imkân yoktur.
AHMET ÖZDEMİR