Kazâ ve kader; “Allahü Teâlânın bu kâinatta meydana gelecek şeylerin hepsini nerede, ne zaman ve ne şekilde olacaklarını bilmesi ve bunları, vakti gelince ezelî ilim ve iradesine uygun olarak yaratmasıdır.”
Mesela: Ezelde elma çekirdeği kendine özgü bir ölçü ve özellikte takdir ve tayin edilmiştir ki, ondan sadece elma ağacı yetişir, başka birşey yetişmez. Her bitki, her canlı ve herşey de böyledir.
Başka bir ifadeyle; “kaza ve kader”; Allahü Teâlânın birşey hakkındaki ezelî hükmü ve zamanı gelince bu hükmün uygulanmasıdır. Buna göre kazâ ve kader; Allah-u Teâlâ'nın “ilim, irade ve kudret” sıfatları ile alakalıdır.
İlahî Sıfatlara İnanan, Kazâ ve Kadere İnanır
Evet kazâ ve kadere iman; Allah-u Teâlâ'nın sonsuz ilim, irade ve kudretine inanmaktır. Yani Allah-u Teâlâ'nın bu sıfatlarına inanan kimse, kazâ ve kadere de inanmış olur. Binaenaleyh kazâ ve kadere iman etmek; “iyi-kötü, hayır-şer, acı-tatlı ve faydalı-zararlı meydana gelmiş ve gelecek her ne varsa, hepsinin Allah-u Teâlâ'nın ilmi, iradesi ve kudreti ile meydana geldiğine inanmaktır.”
Allah-u Teâlâ ezelde, her ne olursa olsun; meydana gelecek şeylerin nerede, ne zaman ve ne şekilde olacağını ilim ve iradesi ile tayin etmiştir. Zamanı geldikçe, bu şeyleri tayin edilen mekânda ve vasıfta kudretiyle yaratır. Buna kulların iradî (ihtiyarî) fiilleri de dahildir. Yani kulların serbest iradeleriyle yaptıkları işleri de Allahü Teâlâ ezelî olarak bilir ve zamanı gelince yaratır, çünkü ondan başka yaratıcı yoktur. Evet kula irade yetkisi verilmiştir, fakat yaratma Allah'a mahsustur.
İrade-i Cüz'iyye ve Sorumluluk
İrade, kişinin bir işi yapmak ve gerçekleştirmek istemesi olup, zıddı kerahet yani istememektir.
Bilindiği gibi insan, yapacağı işi önce irade eder; yani ister, seçer, tercih eder, sonra da yapar. Dolayısıyla insan, yaptığı işi mecbur olduğu için değil, kendi iradesi, isteği, seçimi ve tercihi ile yapar. İstemediği şeyi de bilinçli olarak kendi iradesiyle yapmaz. Fakat insanın bu iradesi mahluk olup; zayıf, dar ve sınırlıdır. Eğer kulun bu cüz'î iradesi, yaratılmış olmasaydı, insanın kendi fiillerinin yaratıcısı olması gerekirdi. Bu ise, “Her şeyi yaratan Allah'tır,” (Ra'd 16) ve “Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır,” (Saffat 96) ayeti kerimelerinin ortaya koyduğu gerçeğe aykırıdır.
Allahü Teâlâ, Mutlak İrade Sahibidir
Allah-u Teâlâ, mutlak irade sahibidir ve O'nun iradesi; insanın iradesi dahil olmak üzere her şeyi kuşatmıştır. Yani hiçbir şey, O'nun mutlak iradesinin dışında değildir. O'nun irade etmediği yani istemediği bir şeyi yapması düşünülemeyeceği gibi, O'nun irâdesi olmadan herhangi bir şeyin meydana gelmesi de asla ve kat'a mümkün değildir.
Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:
“Allah dilediğini yapandır.” (Hud 107)
“Rabb'in dilediğini yaratır ve seçer; irâde, serbestlik onların değil (Allah'ındır.)Allah yücedir ve onların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (Kasas 68)
“O, her dilediğini mutlaka yapandır.” (Buruc 16)
“O yaptıklarından sorumlu değildir. Onlar ise, sorumlu tutulacaklardır.”(Enbiya 23)
Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ'nın iradesine ‘irade-i külliyye', (kapsamlı ve kuşatıcı irade) insanın iradesine de ‘irade-i cüz'iyye' (az ve sınırlı irade) denilmiştir.
İnsan, Günahı Özgür İradesi İle Yapar
İnsan, her şey gibi günahları da kendi istek ve arzusu ile seçer, Allah-u Teâlâ da -dilerse- yaratır. Allah-u Teâlâ -haşa- zorla günah işletmez. İnsanın kendi hür iradesiyle seçtiği kötülüklere de -imtihan gereği- genellikle mâni olmaz. Çünkü eğer Allah-u Teâlâ, insanların kötülüklerine mâni olsaydı, insanların işlerine müdahale etmiş olur ve insanlar da birer robot sayılırdı, dolayısıyla da iyi ve kötü belli olmazdı. Halbuki O, insanı imtihan için bu dünyaya göndermiştir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk 2)
İnsan, İradesi İle İmtihan Edilmektedir
Allah-u Teâlâ insanları günah ve sevap işleyebilecek vasıf ve kabiliyette yaratmıştır. Dileseydi, insanı da melek gibi yaratır, o zaman insan da günah işleyemezdi. İnsana, irade-i cüz'iyye vermiş, günah ve sevap işlemekte serbest bırakmıştır. Kul, serbest bırakılmasaydı, sual ve hesap da olmazdı. Bu durum, aynı zamanda Allah'ın adalet ve hikmetine de aykırı düşerdi. Bir yerde yükümlülük varsa, tabii olarak orada irade de söz konusu olacaktır. Kul iradesinde serbest olunca, iyilik yaparsa mükâfatını, kötülük yaparsa cezasını çekecektir. Bu durum, imtihanın icabı ve gereğidir. İnsan, sehven veya cebren yaptığı işten ise, sorumlu değildir.
Allah-u Teâlâ'nın Bilmesi Zorlayıcı Değildir
Buna göre Allah-u Teâlâ'nın ezelde, kulunun bütün fiillerini bilmesi ve bunları Levh-i mahfuz'a yazması, kulun irade ve seçimi üzerinde zorlayıcı değildir. İnsanlar, malın yazılarını bilmezler ve kendi hür iradeleriyle yaşayıp hareket ederler. Bir başka ifadeyle, Allah-u Teâlâ bildiği için ve yazdığı için belli işleri yapmıyoruz. Allah-u Teâlâ ezelde, hür irademizle ne zaman ne yapacağımızı bildiği için yazmıştır. Allah-u Teâlâ ezelî ilmi ile, ne yapacağımızı bilir, fakat zorla yaptırmaz, yaptığımızı serbest irademizle yaparız.
Takvimlere, bir sene sonra güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı hesaplanarak yazılır. Güneş de takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldığı için bu saatlerde doğup batmaz. Vaktin takvime yazılması, güneşin doğmasına ve batmasına tesir etmediği gibi Allah-u Teâlâ'nın ezelî ilmi de fiillerimiz üzerinde zorlayıcı değildir. Mehmet Can