Başka bir ifade ile tevazu; makam ve rütbe itibariyle kendinden aşağıda olanlara karşı büyüklenmemek, Allah’ın kullarına üstünlük taslamamak, onları aşağılamaktan sakınmaktır. Ancak tevazu; her yapılanı tolere edecek ölçüde hoşgörülülük olarak anlaşılmamalıdır.
Tevazuun zıddı, kibir ve gururdur. Mütevazı insan, haddini bilir ve kendisini başkalarından üstün görmez. Mütekebbir ve gururlu kişi ise, kendisini başkalarından daha büyük, daha üstün ve daha değerli görür.
Tevazuun Temeli
Soyu sopu, malı mülkü, makamı mevkii, gücü kuvveti, şanı şöhreti, eşi dostu, boyu posu, ilmi irfanı, zühdü takvası ne kadar çok ve iyi durumda bulunursa bulunsun, bütün bunları yok sayıp kendini başkalarından üstün ve önemli görmemek tevazuun temelidir.
Mütevazı insan; kendi itibar ve derecesini düşük görür, başkalarını aşağılayıcı duygu ve davranışlardan kendini arındırır, layık olduğundan daha düşük bir dereceye râzı olur. Kalbindeki tevazu, dış organlarına da huşû olarak akseder. Dolayısiyle mütevazı insan; dış görünüşünden de kolayca belli olur. O; duruşuyla, hareketleriyle, mimikleriyle ve bakışlarıyla kimseyi rahatsız etmez.
Mütevazı İnsan Haddini Bilir!
Mütevazı insan; haddini ve sınırlarını bilir, her konuda iyi olmak gibi bir iddiası yoktur, hatalarını kabul eder, sahip olduğu imkânlardan memnundur, kendisini övmekten kaçınır, her şeyi kendisine mal etmez, kendisine yapılan iyiliklere teşekkür eder, kendisini başkalarıyla karşılaştırmaz, her zaman öğrenmeye açıktır ve başkalarına yardım etmekten zevk alır. Kibirli kişi devamlı kendinden söz ederken, mütevazı insan, hiç kendisinden bahsetmez.
İfrat ve Tefritten Uzak Ol!
Diğer ahlakî değerlerde olduğu gibi tevazu konusunda da ifrat ve tefritten uzak, itidal üzere bulunmak kıymetlidir. Bir insanın kendisini başkalarından üstün görmesi, kibir ve gururdur. Bu bir ifrat halidir. Başkalarını kendinden üstün görürken, kendini hor ve hakir görmesi, zillet ve meskenet halidir ki, bu da tefrittir. Kendisini, başkalarıyla eşit olarak görmesi ise itidal halidir ki, tevazu işte budur. Yani insan haddini bilecek; kendisini, ne olduğundan büyük ne de küçük görecek.
Kula Tevazu Yakışır
Kuran-ı kerimin, meydana getirdiği zihniyet değişikliğinin temel alanlarından birini de rab-kul münasebetidir. Kuran-ı kerim, Allahü teâlâyı “bütün kâinatın sahibi” olarak zihinlere yerleştirmiş ve O’nun yüce iradesine mutlak teslimiyeti emretmiştir. Çünkü Allah rab, insan ise kuldur. Kulun görevi, rabbinin karşısında mütevazı olmaktır. İhlaslı bir ibadet, Allahü teâlâya karşı en güzel tevazu göstergesidir. Câhiliye insanının ahlâk anlayışına sertlik, isyan, taassup, kibir ve serkeşlik egemen iken; islamla şereflenen bireylerin karakterine; teslimiyet, itaat ve tevazu ifade eden hasletler hâkim olmuştur. Yani kibir cahilî bir karakter, tevazu ise İslamî bir ahlaktır.
Müslüman Şahsiyetin Temel Özelliği
Mütevazı olmak, müslüman şahsiyetin temel özelliklerindendir. Çünkü insanın sahip olduğu bütün nimetler, Allahü teâlânın ihsanıdır. Dolayısiyle mevki ve servet sahiplerinin tevazu göstermeleri, onların imanlarını ve olgunluklarını gösterir. Tevazu herkes için güzeldir, fakat en güzeli zenginlerin tevazuudur.
Abdulkerim El-Kuşeyrî hazretleri, “Tevazu Hakk’a teslim olmak ve hükmüne itiraz etmemektir” derken tevazuu, takvâ ehlinin en üstün ahlâkî özelliği ve şeref sebebi saymıştır.
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri diyor ki; tevhid ehline göre tevazu da bir nevi tekebbürdür. Çünkü Tevazu gösteren kimse kendi benliğini gerçek sayıp onu küçük görüyor demektir. Halbuki tevhid ehli, kendini hiç saydığı için kibir veya tevazu göstermesi gerekmez.
Herkesi Kendinden Üstün Görmek
Abdülkadir Geylani Hazretleri de şöyle buyuruyor:
Tevazu sahibi kişi halktan kime rastlasa mutlaka onu fazilet itibarıyla kendisinden üstün görür ve şöyle der:
Büyük bir ihtimalle o, Allah katında benden hayırlı olacağı gibi derecesi de benden yüksektir.
Eğer bir küçüğe rastlarsa şöyle der:
Bu henüz küçüktür, Allah’a isyan etmemiştir. Ama ben âsiyim. Bu bakımdan şüphesiz o, benden hayırlıdır.
Kendisinden yaşlı birisine rastladığı zaman şöyle der:
Allah’a ibadet etmeye o, benden daha önce başlamıştır. Bunun için benden hayırlıdır.
Eğer ilim sahibi birine rastlarsa şöyle demelidir:
Bana verilmeyen ona verilmiş. Benim nâil olamadığıma o kavuşmuştur. Benim bilmediğimi o bilmekte ve bildiği ile de amel etmektedir.
Eğer cahil birine rastlarsa şöyle demelidir:
Bu kişi Allah’a âsi olmuşsa, bilmeden olmuştur. Halbuki ben bilerek günahkâr olmuşum. Sonumun nasıl olacağını bilemem. Son nefesini o nasıl verecek ben nasıl vereceğim belli değil.
Eğer bir kâfire rastlarsa şöyle demelidir:
Bilemem, belki de o, müslüman olarak son nefesini verir. Böylece son nefesini hayırlı amelle kapatır. Ama benim son nefesimi nasıl vereceğim belli değildir.
Büyüklük Allah’a Mahsustur
Kibirlenmeyi kınayan çok sayıdaki âyet-i kerime, tevazunun ahlâkî bir görev olduğunu gösterir. Zira büyüklük Allah’a mahsustur. Şu halde insanın kendinde büyüklük görmesi her şeyden önce Allah’a karşı edepsizliktir. Bunun için pek çok âyet-i kerimede büyüklük taslayanlar ağır biçimde zemmedilmiş, şeytanın lanetlenmesinin asıl sebebinin kibre kapılarak baş kaldırması olduğu bildirilmiştir.
İnsanın tevazu sahibi olabilmesi için, dünyaya nereden geldiğini, nereye gideceğini bilmesi lazımdır. İnsan, hiç yoktu. Önce birşey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Hayvanlara, böceklere gıda olacaktır. Kabir azabı görecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını çekecektir. Bunu düşünen insan tekebbür etmez, tevazu gösterir.
Gerçekten başkaları tarafından dünyaya getirilen, başkaları tarafından eğitilen ve nihayet hayatının kuralları başkalarınca belirlenen bir kişiye sadece ve sadece tevazu yakışır. Bir damla sudan yaratılan, ne zaman dünyaya geleceği ve ne zaman dünyadan çıkacağı kendi elinde olmayan bir insan tevazu göstermeyecek de kim gösterecek?
Mahlükatın Efendisi Mütevazı İdi
Mahlükatın Efendisi olan Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, insanların en mütevazısı idi. Hazret-i Ömer radıyallahü anh, Resûlullah’ın tevazuunu şöyle dile getirmiştir: “Ey Allah’ın Resulü! Eğer Sen yalnız emsalinle oturup kalksaydın sohbetine nâil olamazdık, denginden başkasıyla evlenmeseydin aramızdan biriyle evlenmezdin, yalnız emsalinle yiyip içseydin soframıza oturmazdın. Halbuki Sen bize arkadaş oldun, bizden eş aldın, bizimle yiyip içtin, sıradan elbise giydin, bineğe binip terkine birilerini aldın, yer sofrasında yemek yedin.”
Evet Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; yüksek mertebesine rağmen engin bir tevazua sahipti. O; hastaları ziyaret eder, cenazelere katılır, kölelerin davetine icabet ederdi. Ayakkabısını kendi tamir eder, elbisesini yamar, eşlerine yardım ederdi. Bir meclise girdiğinde insanların kendisini ayakta karşılamasını istemezdi. Çocukların yanına gider ve onlara selâm verirdi. Onun meclisi hayâ, tevazu ve güven meclisiydi. Arkadaşları arasında sıradan biri gibi oturur, bu sebeple bir yabancı sormadan O’nu tanıyamazdı. Sofrası sade olurdu.
Bir gün huzur-u şeriflerine gelen bir adamın heyecandan titrediğini görünce derin bir tevazu ile, “Sâkin ol! Ben kurutulmuş etle beslenen bir kadının oğluyum” diyerek onu teskin etmiştir. (İbn Mâce, “Etime”, 30).
Tevazu Önemli Bir Yetenektir
Hayattan keyif alabilmek, mütevazı olmaya bağlıdır. Mütevazı olmak da kanaatkâr olmaya bağlıdır. Kanaatkâr olmak ise mevcutla yetinmeye bağlıdır. Yetinmek de bir yerde durmayı bilmeye bağlıdır.
Tevazu, önemli bir yetenektir. İnsan, tevazu sayesinde çevrelerindekilerle etkileşime girerek onların potansiyellerinden istifade eder. Basit şeylerden keyif almayı tevazu sayesinde başarırız. Aynı şekilde, tevazu sayesinde hayatın zorluklarıyla mücadele edecek gücü kendimizde buluruz. Mütevazı bir insan, hiçbir tecrübeyi basit görmez, hiçbir insanı aşağılamaz, hiçbir anını dikkatini vermeden geçirmez. O; her detaya özen gösterir. Bir işi sıkıcı, yorucu, moral bozucu veya zaman kaybı olarak görüp es geçmek yerine baştan sona sabır gösterir, onu en ince noktasına kadar öğrenmeye çalışır.
Tevâzu Her İyiliğin Anahtarıdır
Tevâzu, her türlü iyiliğin; kibir de, her çeşit kötülüğün anahtarıdır.
İnsanların kusurlarını affeden mütevazı kimseler toplumda çok sevilir; mağrur ve kibirli olanlar ise; cemiyette hiç itibar görmezler.
Kibir ne kadar kötü ise, tevazu da o kadar iyidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“Allah bana birbirinize karşı mütevazı olmanızı, kimsenin kimseye üstünlük taslamamasını vahyetti,” buyurdu. (Müslim, “Cennet”, 64; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 40; İbn Mâce, “Zühd”, 16, 23)
“Sadaka malı eksiltmez, kul affederse Allah mutlaka onun şerefini arttırır, biri Allah için tevazu gösterirse Allah da onu yüceltir.” (Müslim, “Birr”, 69; Tirmizî, “Birr”, 82)
“Allah rızası için tevazu edeni, Allahü teâlâ yükseltir.” (Bezzar)
“Allah için affedenin şerefi artar, tevazu eden de yücelir.” (Müslim)
“Kişi kibirlenince, iki melek, ‘Ya Rabbi bunu alçalt,’ derler. Tevazu ederse, ‘ya Rabbi bunu yükselt,’ derler.” (Beyheki)
“Kişi tevazu edince, Allahü teâlâ, onu yedi kat göklere kadar yükseltir.” (Beyheki)
“Tevazu edin ki, Allahü teâlâ size rahmet etsin!” (İsfehani)
Her nimet sahibi haset edilir. Haset edilmeyen tek nimet, tevazudur.
İnsanın değerini yükseltmesi, şerefini arttırması gibi bireysel faydaları yanında tevazu, toplumda kin beslemeyi ve birbirinden uzaklaşmayı önler, huzur ve kaynaşmaya vesile olur, böylece bir sevgi ortamı oluşturur. Çünkü insanlar arasında kibir kadar kin doğuran, tevazu kadar sevgi üreten başka bir şey yoktur. (Mehmet Can)