Bu durumda eşref-i mahlükat yani yaratılmışların en şereflisi olan insanın; hiçbir iş yapmadan tembel tembel oturması, kabul edilebilecek birşey değildir. Küçücük böcekler, karıncalar, arılar hiç durmadan çalışırken; Allahü Teâlânın yeryüzündeki halifesi olan insanın boş boş oturması, insanlık onuruyla bağdaşmaz! Sorumluluk bilincine sahip, şuurlu bir varlık olan insanın, bütün canlılardan daha çok çalışması gerekir. Çünkü dağların bile korkup kabul etmedikleri emaneti, o kabul etti. “Biz emaneti; göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar. Zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi.” (Ahzab 72)
En Temiz Kazanç
Akan sular yosun bile tutmazken, durgun sular hareketsiz kala kala kokarlar. İşleyen demir pas bile tutmazken, işlemeyen demir -sağlamlığına rağmen-, zamanla çürür. Hareket ve çalışmanın bu kadar hayatî öneme sahip olduğunu bilen bir insanın, boş boş oturması çok gariptir!
Şerefli ve müreffeh bir hayat yaşamayı, kendisi için bir hak gören insanın; başkalarına el açmadan ve kimseye yük olmadan, en azından; “beslenme”, “barınma” ve “giyinme” gibi temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar çalışmayı, kendine vazife ve görev kabul etmesi gerekir!
Bunun için yüce dinimiz İslam; çalışıp üretmeye çok değer vermiş; tembelliği, ataleti, dilencilik ve başkalarına yük olmayı yasaklamıştır. Mütedeyyin bir müslüman, kendi alın teri ile kazandığının; en helal ve en temiz rızık olduğunu bildiği için, kendini çok çalışmak zorunda hisseder…
Veren El Olalım
Müslüman; alan el değil, veren el olmak ister. Çünkü hadis-i şerifte: “Veren el, alan elden üstündür,” buyurulmuştur. (Buharî 1429) Veren el olabilmek de ancak çalışıp kazanmakla mümkündür. Araplar; “fâkıdu'ş-şey'i lâ yu'tîhi” (kişi, sahip olmadığı şeyi veremez,) derler.
Bunun için müslüman; derin derin düşünmeli, ince ince planlamalı ve düşünüp planladıklarını bir an evvel hayata geçirmek için sabahtan akşama kadar bıkmadan usanmadan çalışmalıdır. Böylece hem kendi hayatını hem de başkalarının hayatını kolaylaştırmalıdır. Çünkü onun, mesuliyet ve sorumluluğu büyüktür. Zira herkes; sadakayı, iyiliği ve her türlü yardımı ondan beklemektedir.
Peygamberler Bile Çalışıyorlardı
İnsanlığın rehberleri ve her türlü hayırlı işi öğreten öğretmenleri olan peygamberler aleyhimussalatü vesselam; yaptıkları tebliğ karşılığında, insanlardan herhangi bir ücret almamışlar ve kimseden hiçbir karşılık beklememişlerdir. Onlar: “Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbi'dir,” (Şuarâ 180) deyip, geçimlerini; el emeği, göz nuru ve alın teriyle kazanmışlardır.
Mesela Âdem aleyhisselam ziraatçi, Nuh aleyhisselam gemici, Zekeriyyâ aleyhisselam marangoz, Dâvûd aleyhisselam demirci, İbrâhîm aleyhisselam elbiseci idi. Bu, insanlık önderleri zirve şahsiyetler, bu farklı mesleklerde çalışmışlar. Onlar, hayatlarını bu şekilde kazandıkları gibi, insanlığın yararına olan her mesleğin değerli ve onurlu olduğunu da göstermişlerdir.
Peygamberlerden sonra insanların en büyükleri ve en kıymetlileri olan Eshab-ı kiram hazeratı da; hiçbir zaman çalışmayı ihmal etmedikleri gibi, her biri mutlaka bir iş veya meslek ile iştigal ederdi.
Dolayısıyla müslüman hem çalışacak; hem de en az bir meslek sahibi olacak; asla vasıfsız işçi olmayacak ve yaptığı işi çok kaliteli yapacak. Ayrıca az değil çok kazanacak… Çünkü o, sadece kendini değil, başkalarını da düşünmek zorundadır!..
Dertlerin İlacı Çalışmaktır
Mutluluğun temeli ve dünya dertlerinin en etkili ilacı çalışmaktır. Tembel tembel oturan durağan kişilerin malı, yavaş yavaş tükenmekte; çalışıp hareket edenlerin serveti ise, gittikçe artmakta ve bereketlenmektedir. Dünya hayatı, çalışma kanununa göre işler. Çalışmadan hiçbir şeye sâhip olunmadığı gibi, hazıra da dağlar dayanmaz!
Helal rızık için çalışan kişi, ibadet için uzlete çekilen dervişten üstündür. İsa aleyhisselam, bir adama; ne iş yapıyorsun diye sordu. O da: “İbadetten başka işim yok,” dedi. Bunun üzerine İsa aleyhisselam: “Sana kim bakıyor,” diye sordu. O da; “kardeşim bakıyor,” deyince, Hazret-i İsa: “O halde kardeşin senden daha ibadet ehlidir,” dedi.
İki Günümüz Bir Olmamalıdır
Yüce Kitabımız Kuran-ı kerim, amel-i salihi yani uygun ve faydalı iş yapmayı çok teşvik etmektedir. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:
“Cuma günü, namaz tamamlanınca yeryüzüne dağılın, işinize gücünüze gidin, Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın!” (Cuma 10)
“Herkes çalışmasına ve emeğine rehin edilmiştir.” (Müddessir 38)
“Öyleyse, bir işi bitirince diğerine giriş. Ve yalnız Rabbine yönel ve O'ndan iste.” (İnşirah 7-8)
Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de amel-i sâlihi yani uygun ve faydalı işler yapmayı tavsiye etmektedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“Rızık talebinde bulunmak, her müslüman için bir görevdir.”
“İki günü birbirine denk olan zarardadır.”
“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyan için çalış! Yarın ölecekmiş gibi de âhiretin için çalış!”
Zamanımızın Kıymetini Bilelim
Çalışmanın en önemli şartı zamandır. Zamanımızı boşa harcarsak, nasıl çalışacağız? Dolayısıyla zamanımızı çok iyi yönetmemiz gerekir. Zaman ele geçen İlahî bir nimettir. Zaman, hayatımızın sermayesidir. Bunun için onu yerli yerinde ve kıymetine uygun bir şekilde kullanmamız icab eder. Çünkü zaman su gibi akmakta ve en büyük bedellerle dahi bir ânı bile geri getirilememektedir. Evet herşeyin bir telafisi var; fakat boşa giden zamanın telafisi yoktur…
Gökten Altın ve Gümüş Yağmaz
İkinci Halife Hazret-i Ömer radıyallahü anh, şöyle demiştir: “Hiçbiriniz rızkını aramaktan vazgeçip; Allah'ım bana rızık ver, demesin! Biliyorsunuz ki, gökten ne altın yağar ne de gümüş.”
Bütün bunlara ilave olarak İslamın beş temel rüknünden olan hac ve zekât ibadetleri de bizi çalışma konusunda ayrıca düşündürmektir. Çünkü hac da zekât da zengin kişilere farzdır. Çalışıp üretmeden zengin olunmayacağına göre, çalışmaktan başka çaremiz yoktur.
Çalışmak, Üç Beladan Kurtarır
Çalışmak, insanı hayatta üç beladan kurtarır: “Can sıkıntısı”, “kötü alışkanlıklar” ve “yoksulluk.” İşsizlik ve atalet; insanı huzursuz eder ve strese sokar. Çalışmak ise, ruhî bunalımlardan kurtarır, hem madden hem de manen insanı yükseltir ve başarıya götürür. Bu bilince sahip bir insan; çalışmanın hizmetkârı, ama başarıların da efendisi olur. Başarı için ömürlerinin bir bölümünde fedakârlık yapmayanlar; ömürlerinin tamamından pek bir hayır göremezler. Bu gibi kişiler; hayatlarını ezik, sönük ve zelil yaşarlar. Ayrıca toplum tarafından asla dikkate alınmazlar!..
Başkalarından Çok Çalışmalıyız!
Tarih boyunca müslümanlar bu anlayışla durup dinlenmeden çalıştılar ve yeryüzünün en güçlü ve en kalıcı medeniyetlerini kurdular. Ne zaman bu anlayıştan uzaklaştılar, bu sefer de yeryüzünün en ezik toplumları oldular. Eski ihtişamlı günlerimize dönmek istiyorsak, başkalarından daha çok çalışmalı ve daha çok üretmeliyiz!..
Binaenaley; bugün biz müslümanları geri bırakan şey, -haşa- dinimiz değil; onu yanlış anlamamız ve onun kutsal ölçülerine uygun hareket etmememizdir. Yıldızın küçük görülmesi; onun değil, gözün kusurudur. Yoksa beşikten mezara kadar öğrenmeyi ve çalışmayı emreden ve bütün güzel çalışmaları ibadet kabul eden bir dinin sâhiplerinin geri kalması düşünülemez. O zaman:
Yıllarca asırlarca süren uykudan artık,
Silkin de etrafındaki zulmetleri yak yık!
Bir baksana; yer uyanık gök uyanıktır,
Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır!
Çalışma İstiklalin Şartıdır
Çalışma, -aynı zamanda- istiklalin olmazsa olmaz şartıdır. Bunun için, İslam dünyasının içine düştüğü her türlü olumsuzluğun; tembellik, atalet ve tedbirsizlikten kaynaklandığını, söyleyebiliriz. Allahü Teâlâ, kâinatı insanın faydalanması için yaratmıştır. Bitkiler, hayvanlar, cansız maddeler, su kaynakları, yeryüzü ve gökyüzü; hep insanın ihtiyaçlarını temin ve tatmin için yaratılmıştır. İslam, insanları kâinata hükmetmeye memur gördüğü gibi, ondaki üretici kuvvete yani emeğe de büyük önem vermiştir.
Üretici olan ve insanlara faydası dokunan kişi, inandığı sürece Allah'ın halifesi olma sıfatına hak kazanır. Efendimiz aleyhisselam; “insanların en hayırlısı, en faydalı olanıdır,” buyuruyor. (Taberanî; Evsat 2026)
(Mehmet Can)