Sevinç ve heyecanla karşıladığımız on bir ayın sultanı ramazanla vedalaşmamıza sayılı günler kaldı. İmsak vaktinden iftar vaktine kadar yiyip içmekten uzak dururken sabrı, şükrü ve duayı çok daha fazla ön plana çıkaran oruç, bir ay boyunca teravih namazıyla da müminleri taçlandırıyor. Ferdî ve bedenî bir ibadet olduğu kadar toplumsal ve sosyolojik boyutları da olan orucun, ramazan ayının ve bayramın çok boyutlu yönlerini Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’la konuştuk.
Zamanın da bir ruhu var
Zaman hızla geçiyor ve ramazan ayı da bir sonraki seneye kadar bize veda etmeye hazırlanıyor. Ramazan ve zaman ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?
Her şeyin aslının bir çekirdek olduğunu o çekirdeğin açılmasıyla gövdenin oluştuğunu, oradan dallar, yapraklar ve meyveler verdiğini görüyoruz. Zaman da açılıp, yayılıp çoğalıyor. Devrelerin içinde asırlar, asırların içinde yıllar, mevsimler, aylar, haftalar, günler, saatler, dakikalar, saniyelerle en büyükten en küçüğe doğru yol alan bir gidiş izleyebiliriz. Zamanın da aslı tek bir andan ibarettir. O anın yeryüzündeki açılımı içerisinde bir çekirdeği var. Allahü Teala bazı zamanlara özellikler vermiştir. Eşhuru’l hurum aylarında savaş yapılmasını haram kılmıştır. Recep, şaban ve ramazan ayları da manevi yoğunlaşma ayıdır. Zaman sadece yaşadığımız bir kronolojiden ibaret değildir, canlıdır ve ruhu vardır.
Dün idrak ettiğimiz ve ‘bin aydan daha hayırlı bir gece’ olan kadir gecesinin zamanın ruhundaki yeri nedir?
Kadir gecesi tüm anların kendisinden doğduğu ve zamanların anası diyebileceğimiz bir gün. O yüzden büyük bir önem arz ediyor. O günde metafizik anlamda her şey yenileniyor. Yıl içerisinde yapılacak olanlar kadir gecesinde kararlaştırılıyor. Gereksiz bilgilerle, virüslerle dolan hafıza da adeta resetleniyor.
Manevi bayramın yeri ayrı
Özellikle dini bayramlar toplumda herkesi kapsıyor mu?
Ramazan ayını hakkıyla tanıyan ve bilen bayram eder. Ramazanı bilmeyen bayram etmez. Toplumsal bayram ayrı manevi bayram ayrıdır. Bayramın toplumsal yönü herkesi kapsarken manevi bayram sadece ramazanı idrak edenlere aittir. Bayram bir şenlik ve düğündür. Bu bağlamda bayramda oruç tutmak haram kılınmıştır.
Kadim zamanlarda yaşamış büyük din bilginleri oruç ibadetine nasıl bir anlam yüklemiştir?
Oruç o kadar önemli bir ibadet ki bazı alimler orucu namazdan daha önemli görmüştür. İbn-i Arabi orucu bir numaralı ibadet olarak ele alır. Çünkü orucu Allah’ın Samed isminin bir mazharı olarak sınıflandırır. Hiçbir şeye ihtiyaç duymadan kendi kendine var olan yalnızca Allah’tır. Oruç tutan ve dışarıdan hiçbir besin almadan ibadet eden kişi Allah’a ne kadar benzemeye çalışırsa o kadar kâmil bir kul olur. Elbette Allah’ın misli benzeri olamaz ama kul da o yolda ilerleyerek gidişatını o yönde tanzim etmesi gerekir.
Şeytanın teslim olduğu tek ibadet oruç
Allah’a benzemek… Bu konuyu biraz açar mısınız?
Allah’a benzemek hedefini ‘Allah’ın boyasıyla boyanmak’ ayeti ve ‘Allah’ın ahlakıyla ahlaklanınız’ hadisiyle irtibatlı düşünmek lazım. Bu manada oruç, kişideki maneviyatı ve ilahi özü ortaya çıkarmak için en önemli temrinlerden biridir. Ayrıca şeytanın geçirdiği imtihanlarda teslim olduğu tek şey açlıktır. Şeytan midesi boşken çalışamadığı için burnunun sürtüldüğü tek ibadet oruçtur. Bu yüzden de insanları oruçtan uzak tutmaya uğraşır.
Neden ramazanın ilk günlerinde oruçsuzun oruçluya, oruçlunun da oruçsuza karşı tahammülsüzlüğüyle karşılaşıyoruz?
Oruçlu kişi manevi ve metafizik yoğunluğunu kendisine ve çevresine de yansıtması lazım. Olaya sadece toplumsal örf ve adet olarak baktığınız zaman; mesela bir sigara tiryakisinin oruçluyken öfke küpü haline gelip etrafına saldırması ramazanda alacağı sevabı örseler. Toplumsal anlamda oruç tutmayan insanların da oruç tutanlara saygı göstermesi gerekir. Fakat oruçlu kişinin de bunu istismar etmemesi lazım. Bir sataşma olduğunda da ‘ben oruçluyum’ diyerek kavgadan geri durmalı.
İbadet jandarmalığından vazgeçilmeli
Oruçlunun yüzüne sigara dumanı üfleyen ve sokak ortasında özendirerek yiyip içenler var. Son yıllarda baş gösteren bu saygısızlık neden sizce?
Maalesef dindarlar kendi toplumunda azınlık haline geldi. Osmanlı döneminde gayrimüslimler oruçlu halka saygı gösterirdi. Günümüzde gayrimüslim olmayan vatandaşlarımızda bu ibadeti yapanlara karşı bir lakaytlık ve istisna olarak da inadî bir tutum söz konusu. Çünkü dini tavırlar Türkiye’de ideolojikleşti. Oruç tutanlar belirli zümreden olduğu için ‘ben onlardan değilim’ maksadı güderek kasıtlı hareket edenlere karşı sabırlı olunmalı.
Bir de her konuda Allah adına ahkam kesenler mevcut!?
Ramazan ayından herkes derecesi nispetinde istifade eder. Beni toplumdan çok Allah’ın ne dediği ilgilendiriyor. Ben ramazanı kendime uydurmam. Prensipleri bozmamamız, esasları düsturları ve temelleri korumamız lazım. Bununla birlikte herkes kendini kurtarmaya bakmalı. Başkasının ibadetinin jandarmalığını yapmamalı. Beş vakit namaz kılmayan birinin tuttuğu orucun kabul olmayacağı gibi ahkâmlar keserek Allah adına konuşmamalı.
Modern insan ruhunu bekliyor
Ruhlarımız mı taşlaştı? Kimseyle empati kuramıyoruz sanırım?!
Madde, ceset, beden ve fizik olarak o kadar hızlı gittik ki ruhumuz arkada kaldı. Ruhumuzu ihmal ettik. Ruh dinginlik üzerine çalışır, telaşa gelmez. Modern insan ruhunu bekliyor. Artık insanlar ruhunun sükûn bulabilmesi için hayatın yavaşlatıldığı şehirlere yerleşiyor. Biz bu manada İstanbul’u öldürdük.
Dinde her şey ibadetten ibaret olmadığına göre özellikle birlik ve kenetlenme noktasında nerede hata yapıyoruz?
Dinin özü vahdettir, birliktir. Din; koptuğumuz, ayrıldığımız noktalarda bizi tekrar birlik haline döndürme çalışmasıdır. Peygamberler içimize fıkıh, hadis ve Arapça dersi vermeye gelmemiştir. Bize Allahça’yı öğretmek için görevlendirilmişlerdir. Dinde ana gaye budur. Fakat esas amaç unutulup üçüncü, dördüncü, beşinci derecede önem arz eden konular ana gaye haline geldi. Bu yabancılaşmadan ötürü ilim erbabı ilmini putlaştırdı.
Kravatlı din görevlisiyle bu iş olmaz
İslam ümmetinin bugünkü halinde ilim erbabının da payı var o halde, öyle değil mi?
Çok eskiden kürsü sahibi olarak nitelendirilen, her gün yüzlerce kişinin dinleyip feyz aldığı o muhterem ilim adamları artık yok. Maneviyat erbabı kalmadı. Din görevlisi ile din adamı birbirinden çok ayrı bir şeydir. Günümüzdeki kravatlı takım elbiseli din görevlileri ile bu iş olmaz.
Din görevlisi ile din adamı ayrı olduğuna göre dini eğitim veren ilahiyat fakültelerindeki sistemde mi sıkıntı var?
Ben şu kısıtlı hayatımda Rabbimi tanımaya geldim. Arapça ya da Farsça öğrenmeye gelmedim. Elbette Arapça da öğrenirim ama bu birinci gayem bu değil. Oysa medreselerimizde birinci sırayı Arapça eğitimi alıyor. İlahiyat fakültelerinde dinin manası dersleri yok. Bir gence sadece fıkıhla birlikte tüm fetva kitaplarını gece gündüz yükleyince, her sokağa çıktığında önüne geleni tekfir ediyor. (SÖYLEŞİ: ÖZLEM DOĞAN)