Şimdi bu hesapları yapıp bir takım neticeleri ortaya koyan âlime desek ki, “Beyefendi sen bu hesapları yaparken bir takım tabirlerden bahsediyorsun. Kuvvet diyorsun, enerji, madde diyorsun. Nedir bu söylediğin şeyler?” Batılı bir âlim bütün bu hesapları yaptığı halde kuvvetin ne olduğunu, enerjinin ne olduğunu, maddenin ne olduğunu bize tarif edemiyor. Bu mefhumları alıyor, kullanıyor da, bunlar nedir, dediğimiz zaman anlatamıyor, gösteremiyor. Neden gösteremiyor? Bakınız, mesela madde dediğimiz zaman, efendim insan maddeyi gösteremez olur mu? Nedir madde? İşte şuradaki masa, direk vs. Görüyor madde işte budur. Mesele ilmi açıdan bakıldığı zaman bu kadar basit değil. Madde nedir dediğimizde şu masadır, diye bize gösterdiği takdirde acaba bu masa nedir? diye bir incelemeye başlayacak olursak masanın üzerine çok büyük bir mikroskopla yaklaşmaya başlayalım.
Maddenin ne olduğunu anlamak için, ilk önce masanın üst yüzeyinden birtakım pürüzler görürüz. Sonra bu pürüzlerin içerisine girdiğimiz zaman, ayağı nebattan yapılmış bir ahşap masa ise bu nebatın hücrelerini görürüz. Bu hücrelerin içine yavaş yavaş girdiğimiz zaman hücrenin kendi içerisinde birtakım organik maddeler ve bu organik maddelerin de birtakım moleküllerden yapıldığını görürüz. Bu moleküllerin içerisine bir elektron mikroskobu ile bakacak olursak, bir de bakıyoruz ki, maddenin içindeki bu en küçük parça dediğimiz molekül bir takım atomlardan yapılmış. Atom nedir deyip atomun içerisine girdiğimiz zaman görüyoruz ki, atom bizim güneş ve etrafında dönen yıldızlara benzeyen bir yapıya sahip. Merkezinde tıpkı güneş gibi bir merkezi kısım vardır. Buna proton deniyor. Bunun etrafında dünyanın ve diğer yıldızların dönüşü gibi bir takım elektronlar dönüyor. Tıpkı dünya ve diğer yıldızlar güneşin etrafında nasıl dönüyorlarsa şu masanın içerisindeki her bir atomda da bu dönmeler var.
Peki, bu atom dediğimiz şey nasıl bir şeydir? Elektron mikroskobu ile gelip bunun içerisine girdiğimiz zaman, şimdi nasıl bir güneşi dünyadan pek çok uzaklarda görüyorsak, bunun gibi atomun protonu ile elektronu arasında (yani güneş ile arzı arasında) da çok büyük bir boşluğun olduğunu görüyoruz. Öyle ki, biz dünya ile güneşin arasını on bin tane dünya koyarsak güneşe erişiriz. Hâlbuki atomun içerisinde elektron ile protonun arasına yani oradaki dünya ile güneşin arasına yüz bin tane koyduğumuz zaman erişiriz. Bunun manası şudur:
Batı, madde nedir bilmez...
Biz şuradan madde diye her tarafını dolu olarak görmüş olduğumuz cismin içerisine gittiğimiz zaman bir boşlukla kalıyoruz. Biz dolu zannediyoruz. Hâlbuki bunun aslı dolu değil. Ya neymiş? Boşluk. Ama ne boşluğu? Efendim işte bir elektron var, bir de proton var madde dediğimiz şeyin içerisinde. Ve bunların arasında da arz ile güneşin arasındaki boşluğun daha on misli büyük boşluk var. Biz bunu dolu zannediyorduk. Evet, dışarıdan baktığımız zaman dolu zannediyoruz. Çünkü içerisini göremiyoruz. Görme kabiliyetimiz yetmiyor. Bunun içerisinde boşluk var. Şimdi bu Amerikan laboratuarında bize o hesaplarla fiyaka yapan insanı getirip de mikroskopla bu boşluğun içerisine soktuğumuz zaman, “Beyefendi sen demin hesaplarında maddeden bahsettin. O halde nerede bu madde?” dediğimiz zaman, bu insan bu boşluğun içerisine gelip kayboluyor. Çünkü bunun içerisindeki elektron ve proton dediği şeyin kendisi de aslında bir ağırlık veya herhangi bir şeyi olan bir şey değil. Dünyadaki bütün altınların hepsini eğer atomların içindeki boşlukları çıkartacak kadar bunları sıkabilirsek, ancak bir yüzüğün içerisini doldurur. Dünyadaki bütün altınlar bir ucu Lizbon’da olursa öbür ucu Sibirya’ya kadar uzanan bir katarı doldurur.
Düşünün bütün Avrupa’yı boydan boya kat edecek bir katarı doldurur. İşte bu katarın içerisini dolduran bütün dünyadaki altın madeninin molekülü ile atomu arasındaki mesafeyi sıktığımız zaman bütün bu kadar altını bir yüksüğün içine sığdırmak mümkündür. Yani bizim gördüğümüz, altın gibi en ağır bir madde dahi büyük boşluklardan meydana geliyor. İşin içerisine gelip girdiğimiz zaman orta yerde madde diye bir şey kalmıyor. Hatta diyor ki, “Efendim bu kenardaki elektron aslında yoktur.” Ya ne varmış? Şöyle bir şey varmış: Yeni modern düşüncelere göre burada elektron yok. Şöyle bir dalga var. Bu dalga böylece dönüyor. Bir madde yok diyorlar. Nasıl bir dalga? Meselâ şu salonun şu ucundan buraya kadar bir ip gersek şuradan bir dalga versek bu ipe. Bu dalga buradan oraya kadar yürür gider. İşte siz elektron dönüyor diye kabul ediyorsunuz. Hâlbuki aslında dönen elektron değildir. Dönen neymiş? Dönen bu dalgadır. Madde diye bir şey yoktur.
O halde bugün Batı, bir takım hesaplar yapıyor, bir takım işler görüyor gibi gözüküyor. Ama kendisinin kullanmış olduğu mefhumların ne olduğunu kendisi bilmiyor. Bugün Batı’daki bir insan madde nedir bilmez. Batı’daki bir insan enerji nedir bilmez. Batı’daki bir insan kuvvet nedir bilmez.
Nedir senin ilim dediğin?
NİÇİN bu mevzu üzerinde duruyoruz? Muhterem kardeşlerimiz, bu mevzu üzerinde şunun için duruyoruz. Şimdi mevzumuzu biraz inkişaf ettiriyoruz. Müslüman kardeşlerimiz, yarım Batı ilimlerini okumuş insanlarla karşılaştıkları zaman bunların istihfaflarıyla karşılaşıyor. Bu insanlar Müslümanları küçük görmeye kalkışıyorlar. Kendi küçüklüklerini bilmedikleri halde, ben bu akşam size Müslümanları küçük gören insanların kendilerinin küçük olduğunu ispat etmek için huzurunuza geldim.
Şimdi bakınız, yarım yamalak tahsil edip gelmiş, Müslümanlığı küçük görmeye kalkıyor. Niçin? Efendim dünyada ilim var, fen var diyor. Nedir senin ilim dediğin? Bak aya gidiliyor, yıldızlara gidiliyor. Gel bakalım aya yıldızlara hangi hesaplarla gidiliyor? Onun bunların hiç birinden haberi yoktur. Bir an için olsa dahi bu hesaplar nereden çıkmış deseniz, hesabın nereden çıktığını bilmez. Bildiği takdirde buraya gelmeye mecburdur. Diyecek ki, bir takım prensipler var. Bu prensipleri biz tecrübelerle tespit ettik. Bu prensiplere inanıyoruz. Bu prensiplere istinaden hesaplar yapıyoruz. Nedir bu prensipler? İşte, “Tesir aks-i tesire eşittir. Madde vardan yok olmaz, yoktan var olmaz.” Peki, senin bu madde dediğin nedir? Enerji ve kuvvet dediğin nedir? Dediğimiz zaman bize karşı, o büyük pozları takınan insanlar bunların ne olduklarını izah edemezler, burada takılıp kalırlar. Niçin? Çünkü onlar asıl ilim nedir onu bilmezler. Bu basit tatbikatı ilim zannederler. Hâlbuki onların gelip tıkandıkları bu yer var ya, ilim ondan sonra başlar aslında...
EINSTEIN cevap veremiyor
Sen madde nedir bilmeden gelip de ne yapıyorsun bizim karşımızda? Sen enerji nedir, kuvvet nedir bilmeden gelip de ne yapıyorsun burada? Madde dediğiniz şey var mı yok mu? Daha bunu orta yere koyamıyorsun. Bak biriniz böyle söylüyor, biriniz böyle söylüyor. Biriniz diyor ki, “Evet madde vardır. Öbürünüz hayır madde yoktur, bu bir dalgadır, şudur, budur.” Şimdi bunların en büyük yetişmişlerinden bir tanesinin ismini işitmişinizdir: Einstein adlı Yahudi âlimi... Bir Yahudi âlimi olan Einstein bütün bu meselelerle senelerce uğraştıktan sonra ömrünün sonlarında şunları söylemiştir: “Ben ömrümde uzun müddet, hakikaten bu madde ile enerji ile kuvvetle uğraşıp bir sürü hesaplar yaptım, ama bütün ömrüm boyunca bunların ne olduğunu anlayamadım. Hatta size bir şey söyleyeyim. Acaba biz hesaplar yaparken madde, enerji, kuvvet gibi mefhumları kullanacağımıza bunların yerine başka mefhumları kullanmış olsaydık, acaba daha mı kolay hesap yapardık? Bunu da bilemiyorum. Yalnız hissettiğim bir şey var, o da böyle enerji, madde, kuvvet diye birbirinden ayrı üç mefhum olmadığıdır. Ben bu işte bir tevhit hissediyorum. Bir tek mefhum olsa gerek ki, bu bazen enerji haline, bazen de madde haline giriyor; bazen kuvvet haline giriyor. Fakat bunun ne olduğunu hissediyorum ama bir türlü bulamıyorum” diyor. Nitekim atom parçalandığı zaman madde enerji haline geliyor. Yine enerjiyi bir yerden toplamak mümkün olduğu takdirde ondan da madde meydana geliyor. O halde madde nerede? Enerji nedir? Asıl olan bunların hangisidir? diye sorduğumuz zaman bugün Batı ilmi bunun en fazla yetişmiş olan âlimlerden meselâ Einstein, cevabını veremiyor. Ve bu cevap verememe karşısında, kendi durumlarının bir çıkmaz içinde olduğunu kendileri itiraf ediyor. Hani gelip de bir Müslüman’a yukardan bakan bir insan var ya, o insan bilmelidir ki, kendisinin bir varlık olarak istinat etmiş olduğu Batı ilmi, bugün gelmiş, bir çıkmazın içine saplanmıştır. Bir tıkanıklığın içerisindedir. Bu tıkanıklık, mefhumların ne olduğunu bilmemekten ileri geliyor. Daha başka şeyden de ileri geliyor. Meselâ Batılı insan bu prensipleri tatbik etmek suretiyle hesap yapmak istediği zaman, bugün hesapları da yapamıyor. Bir çıkmazın içerisindedir.