24 Kasım 2024 Pazar
16:25
Düşünce   Önceki Haber     |     Sonraki Haber       |      ANA SAYFA
Hızlı Yazdır! Hızlı Yazdır        
Yazı boyutunu:    

Tarih/Saat: 6 Eylül 2017 Çarşamba, 22:10:48

Müslüman Şahsiyetin Çok Önemli Bir Vasfı!..

Şecaat; cesaret, kahramanlık, yiğitlik, gözüpeklik, korkusuzluk gibi manalara gelir. Şecaat; kişiyi kutsal değerleri korumak için, sıkıntıları göze almaya yönelten, önemli ruhsal bir yetenek ve mühim ahlâkî bir fazilettir.

Gerçek şecaat sahibi olan bir kimse, hak için rahatlıkla canını fedâ eder, fakat vazifesi olmayan işe de karışmaz.

Şecaat; zor veya tehlikeli bir işe girişirken kişinin kendinde bulduğu güvendir. Şecaat; korku, acı, risk, ve tehdit ile başa çıkabilme yeteneğidir. Şecaat, korkusuzluk değildir, korkunun esiri olmamaktır. Şecaat, düşmüş olmamıza rağmen ayağa kalkabilmeyi becermektir. Şecaat, gerektiğinde zora talip olmaktır.

Gerçek şecaat, Allahü teâlânın; bizim için çizdiği meşruiyet dairesi içinde yaşamak, ne pahasına olursa olsun bunun dışına çıkmamak; bu anlayışı korkmadan çekinmeden diğer insanlara da aktarmaya çalışmak ve bu uğurda karşılaşılan sıkıntılara sabırla göğüs germektir.

Şecaat, çok değerli bir fazilettir. Şecaatli insanlar, toplumda daima takdir edilir ve saygı görürler. Birçok insanı sevme sebebimiz, sadece onların şecaatli olmalarıdır. Onları; zulümden korkmadan hakkı müdafaa ettikleri, fakirlikten korkmadan cömertlik ettikleri, yorulmaktan korkmadan çalıştıkları; bıkmaktan korkmadan sıkıntılara sabrettikleri için severiz. Bunun için, insanlık onlara çok şey borçludur. Düşünün peygamberler ve büyük kahramanlar cesur olmasalardı, halimiz nice olurdu ve şu anda nasıl bir dünyada yaşıyor olacaktık?..

Şecaat Sahibini Korur

Şecâat, bir müslümanda bulunması gereken çok önemli bir erdemdir. Çünkü o, dışarıdan gelen saldırıları önleyen itici bir güçtür. Dolayısıyla insan bu yeteneğiyle, kendisini ve maiyetindekileri, dışarıdan gelen her türlü saldırıdan korur. Şecaatin aşırısı “tehevvür” (saldırganlık); azlığı da “cebanet” (korkaklıktır.)

İnsana yakışan şey, dışarıdan gelecek saldırılar karşısında korkmamak, karşılık vermeye gücü yettiği halde -gerekirse- affetmek, karşılık verse bile haddi aşmamak ve orantısız güç kullanmamaktır.

Şecâat duygusunun yokluğundan meydana gelen korkaklık, Efendimiz aleyhisselamın her gün okuduğu duasında, şerrinden Allah’a sığındığı kötü huylardandır. Efendimiz şöyle dua ederdi: “Allahım, üzüntüden, tasadan, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, borcun altında iki büklüm olup ezilmekten ve insanların galebe ve tasallutundan Sana sığınırım.”

Müminler; sâhip oldukları iman gücü ve cennet özlemi ile doğal bir şecaate sahiptirler. Her davranışları son derece samimî ve cesurcadır. Onların bu şecaatleri, belirli şartlara bağlı değildir. Onlar; her ortamda ve her durumda, Allahü teâlâya güvenmenin verdiği büyük bir şecaati sergilerler.

Şecaatli müminin bu fedakârlığı bazan onun “saflıkla” suçlanmasına ve küçük görülmesine sebep olabilir. Ama o, aldırmaz. Mesela yardıma muhtaç birini gördüğünde, -kimin ne diyeceğine ve bu iyiliğin neye malolacağına bakmadan- büyük bir şecaatle elinden gelen yardımı yapar. Çünkü o biliyor ki; bu yardıma muhtaç olan insanı yaratan ve onun karşısına çıkaran Allahü teâlâdır. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:

“Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Mâide 54)

Şecaat İki Çeşittir

Mü’min, şecaatini hayırlı işlerde gösterir. İnanmayanların -bazan- sergiledikleri câhilî cesaret ise; çıkarcı ve hırs kaynaklıdır, yanî rahmanî değil şeytanîdir. Bu yüzden cesaretlerini yanlış yerlerde kullanırlar. Asıl cesaret göstermeleri gereken yerlerde ise, herkesin gerisinde kalırlar. Bu sebeple bu kişilerin gösterdikleri cesaret, genellikle gereksiz, anlamsız ve faydasızdır.

Mümin, şecaat göstermesi gereken bir olayda susamaz ve tepkisiz kalamaz. Fakat böyle bir durumla karşılaşan kişi şayet, dinden uzak bir insan ise, hiçbir şey yapmadan susar. Çünkü o; çevresinledekilerin tepkilerinden çekinir, bazılarından korkar ve menfaatlerini kaybetmeyi göze alamaz.

Şecaat sahibi olan insanlarda, otomatik olarak şu erdemler de bulunur: Vakar (ağırbaşlılık) necdet (sıkıntıları göğüslemek), ulüvv-i himmet (yüce ideal sahibi olmak), sebat (kararlılık), şehamet (iyiliğe adanmak), tahammül (güçlüklere karşı sabırlı olmak), hamiyyet (onur ve haysiyet sahibi olmak.)

Mümin zulme Rıza Göstermez

Dünyanın dört bir yanında görülen zulümler, yaşanan acılar ve çekilen açlıklar; imanı zayıf ve sorumluluk bilinci gelişmemiş kişileri hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Bunlar, haksız yere öldürülen insanları, horlanan garibanları ve yiyecek bir lokma ekmek dahi bulamayan çocukları asla düşünmüyorlar... Halbuki bu kadar adaletsizliğin, olumsuzluğun ve acının yaşandığı bir dünyada sadece kendini düşünmek ve hiçbir şey yapmamak; müslümanlığa da, insanlığa da sığmaz! Bu duruma, sadece menfaatperest korkaklar ses çıkarmaz…Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin (fizikî gücüyle engellesin). Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin (diliyle engellesin). Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin (kalbiyle bu işten nefret etsin). Bu (sadece kalbiyle nefret etmek,) imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim)

Bu zâlimane gidişe dur demek; imanın, aklın ve vicdanın gereğidir. Ama bu işi sıradan insanlar değil;  şecaat sahibi müminler yapabilir ve bunlar -az da olsa- vardır. Böyle şecaat sâhibi yiğitler olmasaydı; mazlumlara yaşama hakkı tanınmaz, garibanların elinden tutulmaz ve fakirler açlıktan ölürdü.

Şecaat, Büyük insanların Vasfıdır

Şecaat, büyük insanlara has bir haslettir. Bunlar, her dönemde hakkı savunmuşlardır. Bu kişiler, korkusuzca öne çıkmışlar ve iyiliği yeryüzüne yaymaya ve ayakta tutmaya çalışmışlardır. İşte bu kişilerin temel özellikleri; Allah’tan korkmaları, vicdanlarının sesini dinlemeleri, son derece cesur, atak davranmaları ve sorumluluk almaktan korkmamalarıdır.

Demek ki, zulmü engellemek, düşkünün elinden tutmak ve yoksula ekmek vermek için gerekli olan en önemli insanî donanım, şecaat ve cesarettir. Çünkü şecaat, kötülüğün yeryüzünden kaldırılmasını, iyiliğin hâkim olmasını isteyen insanların en çok ihtiyaç duydukları ahlakî erdemdir. Evet din, vatan ve namusa tecavüzde bulunanlara karşı en büyük silah şecaat ve cesarettir.

Cesaretin kaynağı ise imandır.  Maneviyatı zayıf olan insanlarda korkaklık hâkimdir. Korkaklık ise, zararlı bir haslet olup, kişiyi düşmanlarına mağlup ettirir. Şecaatli olanlar daima muzaffer olurlar, korkaklar ise, daima hüsrana uğrarlar.

Küfür Devam Eder, Zulüm Devam Etmez!

Kötülüğün bertaraf edilmesi ve iyiliğin hâkim olması konusunda şecaat  ve cesaretin ne kadar önemli olduğunu anlamak için, Efendimiz aleyhisselamın ve mübarek Eshabının verdikleri mücadeleyi hatırlamak yeterlidir. Efendimiz aleyhisselam tek başına İslâmiyet’i tebliğe çıktı ve bütün bâtıl inanç ve bozuk dinleri mağlup ederek İslâmiyet’i bütün dünyaya yaydı.

Tarihin her döneminde iyiliğin dostları ile düşmanları arasında kıyasıya bir çekişme yaşanmıştır. Bir taraf hakkın, adaletin ve iyiliğin hâkim olması için var gücü ile çalışırken; diğer taraf -tam tersine- bunları durdurma ve ezme çabası içinde olmuştur. İnsanlık, cesareti kuşanıp adaletin ve iyiliğin, hak ve hakikatin hâkim olması için çalışmayı gerektirir.

Tarihen sâbittir ki, şecaat ve cesaretle iyiliğin ve adaletin hâkim olmasına çalışanlar, daima kötülere gâlip gelmişler ve zulüm hiçbir zaman payidar olmamıştır. Çünkü küfür devam eder, fakat zulüm devam etmez.

Şecaat Sahibi, Kötülere Uymaz!

Her zaman, kötülüğü yeryüzüne yaymak için çaba gösteren ve iyilik yapanları engellemeye çalışan insan kılıklılar olmuştur ve olacaktır. Bu, imtihan dünyasının bir gereğidir. Zayıf iradeli, ürkek kişiliğe sahip bazı insanlar; bu kötülerin etkisinde kalarak; -karar verdikleri halde- iyilik yapmaktan vazgeçerler, hatta kötü ahlaklı arkadaşlarının etkisinde kalarak –istemeye istemeye- onlara uyum sağlarlar. Halbuki ahlaksızların beğenisini kazanmak için iyilik yapmaktan vazgeçen kişi, kendine büyük bir zarar vermiş, demektir. Çünkü o, bunların beğenisini kazanmak için Allah’ın huzurunda küçük düşmüş ve âhirette kayba uğrayanlardan olmuştur. Bu zavallı, doğru bildiği yolda ilerleseydi, ahlaksızların tümüne üstün gelirdi.

Gerçek şecaat sahibi müminler; Allahü teâlânın rıza-i bârîsini herşeyin üstünde tutarlar ve O’ndan başka hiç kimseden korkmazlar. Çünkü onlar, iyi bilirler ki;  Allahü teâlânın izni ve müsaadesi olmadan hiçbir şey olmaz ve O,  izin verdikten sonra başına gelecek olan şeyi, hiçbir güç durduramaz. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:

“Onlar öyle seçkin kimselerdir ki, Allah’ın buyruklarını tebliğ ederler, Allah’tan korkarlar, Allah’tan başka hiç kimseden korkmazlar. Hesap gören olarak da Allah yeter.” (Ahzap 39)

Şecaatle Hakka Hizmet Edenler Cennetliktir

Her kim, peygamberlerin ve salih müminlerin izinden gider; büyük bir sabır ve cesaretle hakka ve hakikate hizmet ederse, cennet ehli olmayı umabilir: İman edip (gerektiğinde) Allah yolunda hicret ve cihad edenler var ya, işte bunlar Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.” (Bakara Suresi, 218)

Şeytan bütün gücüyle, şecaatli müminlere musallat olur ve onları yıldırmaya, korkutmaya ve olumsuz yönde etkilemeye çalışır. Şeytan bu faaliyeti doğrudan telkin ve vesvese yoluyla yürüttüğü gibi insanlar içindeki -insan kılıklı- yandaşları vasıtasıyla da sürdürür. Allah, şeytanın bu yönteminin iman edenler için bir etkisi olmadığını şöyle bildiriyor:

“Size o haberi getiren adam şeytanın tekidir. O sizi kendi dostları ile korkutmak ister. Fakat siz mümin iseniz onlardan korkmayın, Ben’den korkun!” (Âl-i İmran 75)

Tam Şecaat Kâmil Müminde Olur

Gerçek ve daimî bir cesarete sahip olabilmenin yegâne şartı, kâmil bir imana sâhip olmaktır. İman, herşeyin Allahü teâlânın kontrolünde olduğuna, O dilemedikçe hiçbir şeyin meydana gelmeyeceğine inanmak, O’nun yüce emrine tâbi olmak, rıza-i bârîsine tâlip olmak ve gerçek manada O’ndan korkmaktır.

Bu inanca sahip olan kişi, Allah’a tevekkül eder ve doğal olarak güçlü ve şecaatli olur. Bu kişi, ne ile karşılaşırsa karşılaşsın korkmaz, cesaretinden birşey kaybetmez. Çünkü o, herşeyin Allahü teâlânın kontrolünde olduğunu, O, dilemedikçe başına hiçbir şeyin gelmeyeceğini, yaprağın dahi kıpırdamayacağını çok iyi bilir.

Allah’ın yarattığı herşeyde bir hikmet gören, O’ndan gelen herşeye râzı olan, hiçbir olayda üzüntüye ya da ümitsizliğe kapılmayan, O’ndan başka güç tanımayan kişi, aynı zaman çok sağlam bir karaktere de sahip olur. Bu kişi, Allah’a teslim olduğu için; artık korkacağı, tedirgin olacacağı, endişe edeceği hiçbir şey yoktur. Çünkü herşeyi yaratan ve kontrol eden Allah’tır ve Allah, kendisine teslim olanları korur. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:

“Hayır, iş öyle değil! Kim halis olarak kendisini Allah’a teslim edip güzel davranışlarda bulunursa, Rabbinin nezdinde onun mükâfatı olacaktır. Onlar ne korkacak ve ne de üzüntü duyacaklardır.” (Bekara 112)

“Ey Âdem’in evlatları! Size her ne zaman içinizden Benim âyetlerimi beyan edip açıklayan resuller gelir de, kim onlara karşı çıkmaktan sakınır, nefsini ıslah ederse, artık onlara hiçbir korku yoktur, onlar asla üzülmezler de.” (Araf 35)

Bir de şu var ki, gerçek mümin devamlı olarak; -ne zaman kendisini yakalayacağını bilmediği- ölümü ve hesap gününü düşünür. Öldükten sonra dünyada yaptıklarının hepsinin hesabını vereceğine inanır. Cehennemliklerden olmamak için; gevşeklik, korkaklık, çekingenlik göstermeden Allah’ın yolunda ilerlemesi gerektiğini bilir.

Şecaatli Müminlerin İmtihanı

Samimî mümin, zorluklar ve sıkıntılar karşısında belli olur. O, peygamberlerin ve sâlihlerin başlarına gelenlenleri bildiği için asla sarsılmaz ve geri adım atmaz. Bilindiği gibi onlar; tarih boyunca çok ağır imtihanlardan geçtikleri halde mücadeleden vazgeçmemişler.  Âyet-i kerimede buyuruldu ki:

“Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki, Peygamber ile yanındaki müminler bile ‘Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?’ diyecek duruma geldiler. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara 214)

Efendimiz Aleyhisselamın Şecaati

Herşeyde olduğu gibi şecaat faziletinde de en güzel örnek Sevgili Peygamberimizdir. Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hem gayri müslimlerle yapılan savaşlara katılmış, hem de zaman zaman en ön saflarda bulunmuştur.

Bir defasında, Medine-i münevvereye düşman saldırısı beklendiği günlerde, korkunç bir ses duyulur. Efendimiz aleyhisselam atına binip sesin geldiği tarafa doğru gider. Geri döndüğünde; “Eğer gerekseydi denize kadar giderdik,” buyurur.

Başka bir sefer de Efendimiz aleyhieselam uyurken müşriklerden biri gelir, kılıcını alır ve; şimdi Seni benim elimden kim kurtaracak, der. Bunun üzerine Peygamberimiz, hiç korkmadan ve telaşa kapılmadan; “Allah” cevabını verir. Bu cevap karşısında hayrete düşen ve korkuya kapılan müşrik, kılıcı elinden düşürür. Hazret-i Peygamber sallallahü alehhi ve sellem de, kılıcı alır ve aynı soruyu ona sorar. Bu sefer müşrik eman diler, Efendimiz aleyhisselam de onu affeder. Müşrik de, bu âlicenaplık karşısında müslüman olur.

Kureyş müşriklerinin delikanlıları Mekke’de Efendimiz aleyhisselamın evini kuşatmışlar, içeriden çıkar çıkmaz şehid etmek için hazırlanmışlar iken, Sevgili Peygamberimiz, hiç korkmadan evinin kapısını açmış, müşriklerin başlarına toprak saçmış, Yâsîn sûresinin baş tarafından dokuz âyet-i kerime okuyarak aralarından çıkıp gitmiştir.

Efendimiz aleyhisselam, Hazret-i Ebu Bekir ile birlikte Sevr mağarasına girdiği zaman, müşriklerin delikanlıları da kılıçlarını sıyırıp iz süre süre mağaranın önüne kadar gelmiş, dayanmışlardı. Ünlü iz sürücü Kürz bin Alkame, Peygamberimiz aleyhisselamın izini görünce: İz burada kesilmiş! Bu ayak izi Makam-ı İbrahim’dekindendir, demişti. Hazret-i Ebubekir: “Eğer onlardan biri eğilip ayaklarının dibinden içeri bakacak olursa muhakkak bizi görecektir, diyerek telaşlandığı zaman, Efendimiz Aleyhisselam: “Hiç tasalanma! Allah bizimledir!” dedi. (Tevbe 40)

Şecaati Olmayan Okyanusları Keşfedemez

Cesaret, başarının anahtarı; korku ise, muvaffakıyetin önündeki settir. Korkak kişi, korkularını dinler ve harekete geçemez, cesur ise korkularını bir kenara bırakıp yoluna devam eder. Cesur insan, -gerektiğinde- bütün korkularına rağmen bilinmeyene adım atar.

Cesaret, insanın kendisine ve başkalarına güvenmesi demektir. Cesur kişi, yeryüzünde tek insan olarak kalacak olsa bile, yaşama ve dünyayı imar etme ümidini kaybetmez. O kıyıların değil, okyanusların insanıdır. Çünkü o bilmektedir ki, kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemeyen insan, okyanusları keşfedemez.

İnsan, keşfedilmemiş okyanuslara açıldığı zaman, ne olacağını bilemez. Çünkü sahil-i selameti terk ediyor. Ama belirsizliğe adım atmak, ona heyecan verir. Kalbi, daha bir değişik atmaya başlar, tekrar canlanır; yaşadığını hisseder. Bütün hücreleri canlanır. Çünkü bilinmeyene ve korkuya meydan okuyor. En önemlise de; kendisine değer veriyor ve artık özne ta kendisidir…

Kahramanın Silahı Şecaattir

İnsan, bilinmeyene tekrar tekrar meydan okuduğu zaman, yavaş yavaş korkuları kaybolur ve kendi çapında -hikayesi olan- bir kahraman oluverir. Korkuyu alt ettiğinde, kendinsini daha güçlü ve zekâsını daha keskin hisseder. Böylece hayatın sürekli bir sıkıntıdan ibaret olmadığını; onun macera da, keyif ve heyecan da içerdiğini hisseder. Böylece hayattan farklı bir zevk almaya başlar ve daha bir mutlu ve umutlu olur.

Korku da cesaret de öğrenilebilen şeylerdendir. Bunun için insa, cesur kişilerle beraber olmalı ve korkak şahıslardan uzak durmalıdır. Kimseden korkmalı, çünkü onlar da bizim gibi dokuz aylıktır. Korku bir hastalıktır, onu yanımıza yaklaştırmayalım! Birileri bize kötülük yapabilir veya başımıza bir iş gelebilir, diye endişe ediyorsak; akıllıca tedbirimizi almalı, fakat asla korkmamalıyız, çünkü korkunun ecele faydası yoktur. Unutmayalım ki, peygamberlere dâhi kötülük yapmak isteyenler çok oldu, fakat onların her biri ayrı bir cesaret âbidesi idi. Bir de eğer cesur biri isek; gevşemememiz ve çevremizin menfî baskılarına boyun eğmememiz lazım, yoksa direncimiz kırılabilir ve yavaş yavaş ürkekleşebiliriz.

Korkunu Esiri Olmayalım!

Tehlike ânında tedbirimizi almakla beraber, çok sâkin olmalı ve sanki korkulacak birşey yokmuş gibi davranmalıyız. Çok önemli bir tesbit: Cesaretli insanlar, pek saldırıya maruz kalmazlar. Olsalar bile, genellikle kavgalar 30 dakikadan fazla sürmez. Dolayısıyla yarım saat için, bütün hayatımızı zehir etmeyelim! Bilmeliyiz ki; korku, uzun süre devam etmez, bir müddet sonra onu unutmamız gerekecek. Öyleyse korkunun esiri olmayalım! Onu, en başta kafamızdan silip atalım!

Unutmayalım ki bazı şeyleri kazanmak için başka birtakım şeyleri kaybetmeyi kabul etmemiz lazım. Kaybettiğimizde ise yılmamamız gerekir, çünkü kaybettiğimizde değil, pesettiğimizde yenilmiş oluruz!

Hayatı doya doya yaşamanın yolu, cesaretli olmaktan geçer. Korkularımızdan arınmazsak, huzur ve güvenle yaşayamayız ve hayatımızdan tat alamayız. Bilinmelidir ki, korkaklar cesurlardan daha fazla yaşamıyorlar.  Korktuğumuzda, “benim şu an başıma gelen şey, falanca kahramanın başına gelseydi ne yapardı,” diye düşünmeliyiz! Böyle yaparsak korku, yerini cesarete bırakacaktır. Sosyal hayatı zayıf ve çevresi olmayan insanlar, genellikle ürkek olurlar. Bunun için, kaliteli bir sosyal çevre edinmeliyiz! Bizi korkutanları korkutacak çevre ve imkân temin etmeliyiz!  Balık, ekmeğin yanan kısmı ve domates hurması yemenin cesaret verdiği, söylenmektedir, denekte fayda var!.. (Mehmet Can)

   sefkatyayincilik.com

 

   manahaber.com bağlantı verdiği sitelerin içeriğinden
   sorumlu değildir.

 

Paylaş :

Diğer Haberler
Yaradılıştaki hikmet
Birlik ve Beraberlik
İslam iktisadı ve faiz
BEDİUZZAMAN: "Zulmederek hürriyet fikri yok edilemez!.."
Çok Önemli bir kurum: "Hisbe Teşkilatı"
“Güzel, bazılarından kendini gizler!..”
İsmailağa Cemaati Üzerine Oynanan Oyunlar!
Ali Erbaş: “Batı, ilmi işgal ve imhada kullanıyor!..”
Küresel Sistemin Süper Güçleri
Bomboş şeyler peşinde koşarken hayatı kaçıran çağdaş insan!..
"Zulüm, alimlerim mücadelesiyle bitecek!"
Cinsiyetsizlik ve Cinsel Sapma
İslâmî cemaatlerin birliği?
"İslam Birliği" hayal değildir...
Erkeğin, Hanımına Karşı Görevleri...
İslam'da Zekâtın Yeri ve Önemi!..
Allahü Teâlâdan Başka Yaratıcı Yoktur!..
Kaza ve Kadere İmanın Mahiyeti
Âhirete İnanmayanın Vay Haline
Mesuliyetimiz Büyük, Daha Çok Çalışmalıyız!..
Rızkı Artıran, Ömrü Uzatan ve Hayatı Cennete Çeviren Bir İş!..
Müslüman Şahsiyetin En Temel Özelliği: Halîm Olmak
Kuran-ı Kerim En Büyük Mucizedir
Tasavvuf İlmi Neden Gereklidir?
Müslüman Mütevazı Olmalıdır...
Müslümanın Karakteristik Bir Vasfı: Hilim
Dinin Tarifi ve Mahiyeti
İslamda Hilmin Yeri ve Önemi
Kurban Hakkında Bilinmesi Gereken Bazı Hükümler
Arefe Gününün Fazileti Büyüktür
Din Nedir?
Müsamaha Medeniyeti...
Orucun Fayda ve Hikmetleri
Kadir Gecesi'nin Fazileti
BİRAZ EDEP YAHU
Copyright © 2008 - MANA HABER. Her Hakkı Saklıdır.  
manahaber.com bağlantı verdiği sitelerin içeriğinden sorumlu değildir.
Sitemizde yayınlanan yazı, resim, grafik, ses ve görüntüler, ancak izin alındıktan sonra, kaynak gösterilerek ve link verilerek yayımlanabilir.