Din; insanla Allah, insanla diğer insanlar ve insanla eşya arasındaki ilişkileri düzenleyen ve A’dan Z’ye kişinin hayatına yön veren, bütün davranışlarına esas olan kuralları ihtiva eden büyük bir sistemdir. Din; yemek yeme âdabından tutun da en büyük sosyal, hukukî ve iktisadî meselelere kadar hayatın tamamını kapsayan kural ve kaidelere sahiptir. Din, bir nevi insanın prospektüsü ve kullanma klavuzudur.
İnsanoğlu, varoluş hikmetini, Rabbine nasıl ibadet edeceğini, dünya hayatını hangi kurallara göre yaşayacağını dinden öğrenir. Dine uyan kişi hep iyi ve faydalı şeyler yaptığı; her çeşit kötü ve zararlı işlerden de uzak durduğu için dünya da âhirette de mutlu ve başarılı olur
İnsan, rûh ve bedenden ibaret olduğu için, bir maddî bir de manevî yönü vardır. Maddî gereksinimleri karşılamak nasıl bedenin vazgeçilmez bir ihtiyacı ise, manevî ihtiyaçları temin etmek de rûh için kaçınılmazdır. Rûhun bu önemli ihtiyaçlarını karşılayan kurum ise dindir.
İnsan; bu kâinatın yaratıcısı olan Allahü teâlânın varlığını ve birliğini dinden öğrenir. İbadet, dua ve niyazlarla Allah’a sığınan ve O’na güvenen insan, kendini çok güçlü hisseder; hayatın zorlukları karşısında yılmaz, ümitsizliğe kapılmaz, sabırlı ve dayanıklı olur.
Din, fertlere kutsal duygu ve alışkanlıkları aşılayan, toplumları yüce idealler etrafında birleştirip birbiriyle kenetleyen çok önemli ve hayatî bir kurumdur. Din, insanlara hep hayırlı olanı tavsiye ve telkin eden, onları daima iyi ve faydalı şeyler yapmaya yönlendiren kapsamlı bir sistemdir.
Din, insana; psikolojik yapı ve yaşayışında karşılaştığı yalnızlık, çaresizlik, korku, üzüntü ve sarsıntılar; hastalık, musibet ve felâketler karşısında ümit, teselli ve güven sağlayan en son sığınaktır. Dinî yaşayışın, insanı ruhî bunalımlardan koruduğu; kendisine ve çevresine karşı daha duyarlı ve faydalı yaptığı ilmen sabit olan bir gerçektir.
Evet din; imkânların tükendiği, ümitlerin söndüğü yerde başlayan imkân yolu ve ümit ışığı, ilâçların dindiremediği acıların ilacı, şaşkınların güvenli limanı ve yıkık gönüllerin son sığınağıdır.
Din; adâlet, iyilik, fedakârlık, doğruluk, fazilet gibi yüce duyguların hayat menbaı; gaddarlık, kötülük, bencillik, ikiyüzlülük ve karaktersizlik gibi kötü huy ve alışkanlıkların önündeki en büyük engeldir.
Din; kargaşa, anarşi, ahlakî çöküntü ve suç işleme önündeki en büyük seddir. Dinsizlik, herşeyden önce ahlâk fikrini yıkar. Çünkü dinin olmadığı yerde, ahlâkın hiçbir yaptırım gücü kalmadığından, dinsizlik her türlü kötülüğün yayılmasına ve genişlemesine ve neticede cemiyetin çökmesine sebep olur.
Din, insanı hukuka saygılı yapar. Dinsizlik ise, hukuk fikrini ortadan kaldırır. Kendini herhangi bir ahlâkî müeyyideye bağlı hissetmeyen dinsiz insan, hiçbir hak ve hukuku tanımaz. Eline fırsat geçtiğinde gaddarca davranmaktan, her türlü kötülüğü işlemekten geri durmaz. “Allah’tan korkmayandan kork,” yerinde söylenmiş doğru bir sözdür. Maddeye tapan ve şehvetlerine esir olan dinsiz kişide, insanlık karakteri âdeta silinir; fazîlet, ferâgat ve fedakârlık gibi yüce duygu ve alışkanlıklardan eser kalmaz.
Din, insanlığın yaratılışından gelen fıtrî ve zarurî bir ihtiyacıdır. Din tarihin bütün devirlerinde ve bütün toplumlarda daima mevcut olan evrensel ve köklü bir kurumdur. Din, insanlığın vazgeçilmez bir gerçeği olması sebebiyle bundan böyle de varlığını devam ettirecektir. Tarihin hangi devresine bakılırsa bakılsın dinsiz bir toplum görülmemektedir. İnsanlık tarihinin her döneminde din, canlılığını korumuş ve insan hayatının ayrılmaz bir vasfı olma özelliğini sürdürmüştür. Dine düşman olan sistemlerin dahi, hukuk hakimiyetini tesis etmek için çaresiz bir şekilde dinin yayılmasına yardım ettikleri tarihte de günümezde de sabittir. Hadis-i şerifte: "Allah, bu dini ahirette nasibi olmayan kimselerle de kuvvetlendirir," buyurulmuştur.
Din çok kuvvetli bir ağaç gibi, insanlığın geçirdiği inkılapların hepsinde hayatını muhafaza etmiş ve edecektir. Zamanın geçmesiyle, onun kaynağı kurumak şöyle dursun, bilakis, o menba gittikçe derinleşip genişleyecektir. Binaenaleyh, insan hayatı dinle başlamış olduğu gibi, dinle kuvvet bulacak ve nihayet dinle bitecektir.
Allah’a imanın etrafında oluşturulan inanç sistemi dinin temelini oluşturur. Allah’ın özellikle varlığı ve birliğinin ortaya konulması, sıfatlarının kavranması ve sistemleştirilmesi aklî bir çabayı gerektirir ve tüm bunların kesinlik ifade eden bilgiye dayanması gerekir. Dolayısıyla din otomatik olarak insanı ilimle uğraştırır. Her dindar insan, az-çok bir araştırmacı ve fikir adamıdır. O, imanını güçlendirmek ve gelen darbelere karşı korumak için daima bir arayış içindedir.
Dinin getirdiği ibadetler, Allah’a itaatin biçimsel göstergeleridir. Yalın ve teorik bir Allah inancı yeterli olmayıp bu inancın pratik olarak eylemle gösterilmesi ve sergilenmesi gerekir. İbadetin öz ve genel yapı itibariyle kaynağı da vahiy olduğu için belirli ibadetler, Allah’a itaat çerçevesinde yapılır. Bu bakımdan Allah, bizim ibadet olarak ne yapmamız gerektiğini belirlemiş ve kendisine bu şekilde ibadet etmemizi emretmiştir. İbadetler Allah’ın emri oldukları için, aslında onların gücü ve gizemi bu dünyanın ötelerine uzanır ve her biri Allah ile bağlantının değişik biçim ve boyutlarda gerçekleştirilmesine hizmet eder.
Dinin emrettiği ahlak kuralları da, inanç ve ibadet yoluyla tesis edilmiş bulunan insan-Allah ilişkisinin, dünyevî planda her türlü tutum ve davranışa yansıması olarak değerlendirilir. İnsanın başkalarına iyi davranması, onlarla iyi geçinmesi, kötülük etmemesi ahlakî ve etik birer olgu olması yanında, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıran davranışlardır.
Binaenaleyh iman dinin, Allah’ı tanıma ve bilme boyutunu, ibadetler O’na itaat etme boyutunu, ahlak da O’nu sevme boyutunu teşkil eder. Buna göre mahiyet olarak; iman akıl ve bilgi; ibadet inanç ve kanaat; ahlak ise, gönül ve duygu kaynaklıdır.
Dinler; hak ve bâtıl olmak üzere iki çeşittir. Hak dinler, Allahü teâlânın peygamberleri aracılığıyla kullarına gönderdiği bütün dinlerdir. Bunlara semavî yani göksel dinler de denir. Eskiden dünyanın her bölgesinin kültürü, inancı, örf ve âdetleri farklı farklıydı. Karşılıklı fikir ve kültür alışverişi de oldukça zayıftı. Bu yüzden, her bölgeye ayrı ayrı peygamberler gönderilmiştir. Bütün semavî dinlerde itikad (inanç) ve ahlak (etik) kuralları aynıdır, fıkıh ve muamelat (ibadetler ve hukuk) sistemi ise biraz farklıdır.
Bâtıl dinler ise, Allahü teâlâ tarafından gönderilmeyen ve bir peygamber tarafından tebliğ edilmeyen beşer mahsulü dinlerdir. Bâtıl dinler, insanların uydurdukları ilkel ve saçma sapan hurafelerden ibarettir.
Âdem aleyhisselamdan beri uygulanan hak dinlerin çok azı günümüze kadar gelmiştir. Hıristiyanlık ve yahudilik gibi günümüze kadar gelenleri de insanlar tarafından yeni ilave ve çıkarmalar yapılmak suretiyle tahrif edilip bozulmuştur. Hıristiyanlık ve yahudilik gibi, aslı hak iken sonradan bozulan dinlere, muharref yani bozulmuş dinler denir.
İslâmın dışındaki dinler, –faraza- değiştirilmemiş olsalar dahi, bugün onlarla amel etmek câiz değildir. Çünkü onlar, Allahü teâlânın son Peygamberi Muhammed aleyhisselamın getirdiği İslâm dini ile nesh olunmuşlar yani iptal edilip yürürlükten kaldırılmışlardır. İslâm dini ise, Kıyâmete kadar bâki ve kalıcıdır. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:
“Şüphesiz, Allah katında tek din, İslâm'dır." (Âl-i İmran 19)
"Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki; kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette zarar edenlerden olacaktır." (Âl-i İmran 85)
Allahü teâlâ, Kıyâmet gününde İslâm dini ile, kulları arasında hükmedecektir. Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafâ sallallahü aleyhi ve sellem, bütün peygamberlerin en üstünü olduğu gibi, O'nun ümmeti de bütün ümmetlerin en üstünüdür. (Mehmet Can)