Kur’ân-ı Kerîm de kendisini çok yerde “apaçık bir kitap” ve “apaçık bir beyan” yani “Kitab-ı Mübin” olarak tarif eder. Risale-i Nur’da, “Bir kavle göre Kitab-ı Mübin, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru, her şey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor”2 denilerek En’am Sûresi’ne atıf yapılır. Şüphesiz buradan diğer kavillerin yani “Levh-i Mahfuz’un defteri” izahının da dikkate alındığını unutmamak gerekiyor. Bu manayla da ilgili geniş izahlar vardır.
Kâinat da bir kitaptır
Aslında kâinat da bir kitaptır. Zerreler ve yıldızlar kader ve kudret kaleminin mürekkebidir. Cenâb-ı Hak atom altı paracıklarla sürekli bir değişim ve dönüşümle tazelen muazzam kâinat kitabını eksiksiz yazmıştır ve yazmaya devam ediyor. “Göklerde ve yerde her şey Allah’ı tespih etmektedir” âyeti de dikkate alındığında kâinatta her şey Cenâb-ı Hakk’ın varlığına, birliğine, kudret ve azametine işaret eden muazzam âyetlerdir. Her bir varlık ya da hadise kütüphaneler dolusu manalara işaret eden âyetlerdir. Kur’ân-ı Kerîm de Cenâb-ı Hakk’ın muhteşem, misilsiz ve bedii bir san’atı olan şu kâinatın ezeli bir tercümesidir. Bu açıdan da bakıldığında ”Kitab-ı Mübin” bütün bu manaları ihata eden bir bütünlüğe sahiptir.
Kur’ân-ı Kerîm âyet sayısı belli bir tek kitap, “her şey” nasıl içinde bulunur? Sözler’den devam edelim: “Evet, her şey içinde bulunur. Fakat herkes her şeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazen çekirdekleri, bazen nüveleri, bazen icmalleri, bazen düsturları, bazen alâmetleri; ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhamen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur’ân’a münasib bir tarzda ve iktiza-yı makam münasebetinde şu tarzların birisiyle ifade ediliyor.”
Bu manada bakıldığında her bir âyet, her bir kelime hatta bazen bir harf tıpkı içinde koca bir ağacın programını saklayan bir çekirdek gibi kitaplar dolusu manaları ihtiva eder. İşârâtü’l-İ’câz’da âyetlerden kelimelere ve harflere kadar inilerek yapılan tefsirde bu hakikatleri görmek mümkün.
On rakam ile sınırsız sayı
Otuz civarındaki harf ya da ses ile bütün dünyadaki diller milyonlarca kelime olarak ifade edilebiliyor. Ya da 0’dan 9’a kadar on rakam ile sonsuz sayıdaki sayı ifade edilebiliyor. Farklı harf veya sayılar farklı basamak ve kademede yan yana getirilerek sınırsız ifadeler elde etmek mümkün. Kur’ân-ı Hakîm’de de aynı şekilde âyetleri, kelime ve harfleri en yakınındaki âyet ve kelimeden en uzağındaki âyete ve hadislere kadar birlikte düşünmeye çalışırsak sonsuz manalar çıkarmak mümkün. Yine aynı şekilde Kur’ân âyetlerini tekvini âyetlerle, kâinat kitabındaki fenlerle de anlamaya çalışırsak büyük ve derin hakikatleri kavramak mümkün.
Gökyüzündeki yıldız kümeleri de sayı ve kelime grupları gibidir. Âlemlerin Rabbi gökyüzü sahifesinde birbirinden milyarlarca kilometre uzaklıkta yer değiştiren yıldızlarla sayısız âyetler yazar. Bediüzzaman Hazretleri bu hususu şöyle ifade eder: “Evet şu seyyareler, kumandanları olan Güneş’in dairesinden çıkıyorlar, sabit yıldızlar dairesine girerek semada yeni yeni nakışları ve san’atları gösteriyorlar. Bazen kendileri gibi parlak bir yıldıza omuz omuza verir güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Bazen küçük yıldızlar içine girip bir kumandan sûretini gösteriyorlar.”3 Kur’ân âyetleri de aynı şekilde Kur’ân semasında farklı konularda farklı âyetlerle omuz omuza gelmek için seyahat eden ve makamına göre farklı burçlarda doğan parlak yıldızlar hükmündedir.
Bütün bu manaları âyette de ifade edildiği gibi “ilimde râsih olanlar” mesleğine, meşrebine, ilimdeki derinliğine ve ihtisasına göre çıkarabilir. Risale-i Nur’da bunların sayısız misallerini görmek mümkün. İşârâtü’l-İ’câz’da âyetler ve kelimeler makabline yani önceki ya da diğer âyet ve kelimelere ve muhataplarına göre tekrar tekrar tefsir ve izah edilir.
Esma-i Hüsna’nın burçları
Yirmi Dokuzuncu Mektup’ta Nur sûresinden bir iktibasta her bir âyetteki hakikatler Esma-i Hüsna ile yani Cenâb-ı Hakk’ın en güzel isimleriyle yan yana getirilir. Aynı isme ve hakikate farklı burçlardan farklı bakış ve farklı anahtarlarla muazzam hazineler keşfedilir.
Detayını aynı bahse havale ederek kısa bir misal verecek olursak: “Birden, Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın Kadîr, Alîm, Rab, Allah ve Rabbü’s-Semâvâti ve’l-Arz ve Musahhiru’ş-Şemsi ve’l-Kamer isimleri rahmet, azamet, rububiyet burcunda tulû ettiler.”
Adl ismiyle Kur’ân âyetlerine veya kâinat kitabına bakıldığında insanın zerre miskal amelinden haşir meydanına; atomun içindeki parçacıklardan devasa gök cisimlerinin ölçü ile halk edilip idaresine kadar ciltler dolusu hakikatleri anlama mümkün. Lemalar’daki Kuddüs isminin penceresinden veya burcundan bakıldığında “Samed ayinesi olan kalbin” manevî temizliğinden kan hücrelerine; karaların ve denizlerin temizliğinden kâinatın en uzak köşelerindeki temizlik ve nizama kadar muazzam hakikatleri okumak mümkün.
Yine Yirmi Beşinci Söz’de: “Demek Sûre-i İhlâs’ta otuz Sûre-i İhlâs kadar, muntazam, birbirini isbat eder delillerden mürekkeb sûreler vardır.”4 izahında olduğu gibi kısa sûreler bile bizim takatimizin fevkindedir.
Yine ebced hesabından tevafuka kadar sayısız işaretler de farklı zaman ve zeminde farklı bakış açılarıyla büyük hazinelerin anahtarı hükmündedir. Hatta şekillere kadar büyük hakikatleri keşfetmek mümkün.
Risale’den bu konuda da bir misal verelim: Kehf ve Fâtır Sûrelerindeki “kelb” ve “kıtmir” kelimeleri “yapraklar delinse; az bir inhirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak.” 5 (Hasan GÜNEŞ)
Bu misaller Kur’ân okyanusundan ve ondan süzülen Risale-i Nur denizinden sadece birkaç damla…
Dipnotlar: 1- En’am, 6/59. 2- Sözler (252). 3- Mektubat (15). 4- Sözler (372). 5- Mektubat (183).