24 Kasım 2024 Pazar
17:05
Düşünce   Önceki Haber     |     Sonraki Haber       |      ANA SAYFA
Hızlı Yazdır! Hızlı Yazdır        
Yazı boyutunu:    

Tarih/Saat: 31 Ocak 2017 Salı, 22:17:56

Musibetleri Kolaylaştıran Güç!

Sabır Nedir?
Sabır; dinî emirleri yerine getirirken, haramlardan kaçarken, musibetlerlerle karşılaşırken ve zorlu hedeflere doğru yürürken; nefsini kontrol etmek, kendine hâkim olmak, pes etmemek, yılmadan sıkıntıya katlanmak ve nihayet metanetle direnip yenilmemektir.


Sabır, Kur’an-ı kerimin birçok yerinde geçmektedir. Zorluklar karşısında sabır; her türlü rahatlamanın ve başarının yolu ve anahtarıdır. İslâm âlimlerinin ittifakıyla gerektiğinde sabretmek farzdır. Çünkü imanın yarısı “sabır” diğer yarısı da “şükür”dür.

Sabrın karşıtı ceza’ (ayın ile) olup; sıkıntılar karşısında telâşa kapılmak, yakınmak ve direnmeyip yenilmektir.

Âlimler diyor ki: Sabır; “nefsi telâştan, dili şikâyetten, organları çirkin davranışlardan korur. Sabırlı kişi; nimette de mihnette de sükûnetini muhafaza eder ve sadece Allahü Teâlâdan yardım bekler.

Sabır; akıllı ve dayanıklı kişilerin, ceza‘ ise; cahil ve âciz kimselerin vasfıdır. Buna göre, aklını çalıştıran dirençli bir kimse; haramlardan sakınma konusunda gösterilen sabrın, Allah’ın azabına sabretmekten daha kolay olduğunu bilir ve sabreder.

Sabırın Çeşitleri

Sabır üç çeşittir, şöyle ki: Allahü Teâlânın emirlerini yapmaya sabır, yasaklarından sakınmaya sabır ve musibetlere sabır.

 1) Kul, Allahü Teâlânın emirlerini yapmak için sabra muhtaçtır. Çünkü kulluk nefse zor gelir. Kimi insanlar ibadetten, tembellik yüzünden hoşlanmaz; namaz gibi. Kimi de cimrilikten dolayı malî ibadetlerden hoşlanmaz;  zekât gibi. Kimi de her iki sebepten dolayı ibadetten hoşlanmaz; hac ve cihad gibi. Demek ki ibadetleri yerine getirmek için sabır gereklidir. Farzları yerine getirmeye sabretmenin üçyüz altmış derece sevabı vardır.

 2) Kul, Allahü Teâlânın yasaklarından yani günah işlerden sakınmak için de sabra muhtaçtır. Nefse en güç gelen sabır da, insanın alıştığı ve devamlı yaptığı günahlardan vazgeçmesine sabretmektir. Çünkü alışkanlık arzu ile birleşirse günah etkeni güçlenir. Eğer günah, işlenmesi kolay bir iş ise, buna sabretmek daha da zorlaşır. Dili gıybetten, yalandan ve kendini övmekten korumak gibi. 

3) Bela ve musibetlere sabır da iki çeşittir: a) İnsanlardan gelen sıkıntı ve eziyetlere sabır: Halkın, kendisinin aleyhinde konuşmaları, kendisine iftira etmeleri, hakkını gasbetmeleri ve benzeri şeyler gibi. İşte buna sabır çok bereketlidir. Eshab-ı kiram, müşriklerin sıkıntı ve işkencelerine sabretmeleri neticesinde; tevhid inancı dünyaya yerleşti ve İslâm dini her tarafa yayıldı.  b) Doğal felâket ve musibetlere sabır:  Kişinin bir yakının ölmesi, malının telef olması, yangın, kaza, hastalık, sakatlık ve benzeri şeyler gibi.  Bela ve musibetlerin ilk şokuna karşı sabretmenin dokuz yüz derece sevabı vardır. Gerçek sabır da, belanın başında gösterilen sabırdır.

Efendimiz’in Sabrı

Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, daha dünyaya gelmeden babasını kaybetmiş; altı yaşında annesinin, iki sene sonra dedesinin vefatını görmüştür. Peygamberliğini takiben düşmanlarına karşı kendisini koruyan amcası Ebû Talib’in ve en çok desteğini gördüğü hanımı Hazret-i Hatice radıyallahü anhanın vefatına tanık olmuştur. Hazret-i Fatıma’nın dışındaki bütün çocukları, ya küçük yaşta veya gençlik yıllarında vefat etmişlerdir.

 Bütün bu musibetler Peygamberimiz Efendimizin gözlerini yaşartmış, fakat O’nun mübarek ağzından şikâyet manasına gelecek tek bir söz duyulmamış, bir feryat işitilmemiştir. Bu felâketler karşısında asla sarsılmamış, yıkılmamış, yılgınlık duymamış, sadece sabretmiştir.

 Peygamberlik geldikten sonra ise, insanları kurtuluşa çağırdığı için kendi kabilesi ve yakın akrabaları tarafından ağır baskılara muhatap olmuş, hakaret edilmiş, alaya alınmış, ölümle tehdit edilmiş ve suikastlarla karşı karşıya kalmıştır.

Bu kadar eziyetlere sabreden Peygamberimiz, sonunda doğup büyüdüğü, elli yıl hayatını geçirdiği öz vatanı Mekke’den göç etmek zorunda kalmıştır. Mekke müşrikleri, O’nun hicretine (göç etmesine) de engel olmak için her türlü yola başvurmuşlar; fakat kurdukları bütün tuzaklar sonuçsuz kalmıştır.

 Müşrikler sürekli olarak ordular düzenlemiş ve O’nun üzerine yürümüşlerdir. Yapılan bu savaşlarda, O zaman zaman çok zor anlar yaşamış, hayatî tehlikeler atlatmıştır. Medine’yi savunmak için herkesle birlikte hendek kazmış, günlerce aç kalmıştır. Bütün bunlara karşı O, en küçük bir bıkkınlık göstermeden sabıretmiş ve metanet göstermiştir. Çünkü O biliyordu ki, sabreden, zafere erecektir.

İnsan geçici veya aralıklarla gelen musibetlere dayanabilir, fakat arka arkaya gelen zincirleme felâketlere sabretmesi oldukça güçtür. İşte Efendimiz aleyhisselam, hayatı boyunca her çeşit musibete uğradığı halde, sabır ve azminden, tevekkül ve şükründen hiçbir şey kaybetmemiş. Felâketler arttıkça O’nun da dayanma gücü de artmıştır.

Bu engin sabrının sonunda, düşmanları dize gelmiş, ölen ölmüş ölmeyen O’nun getirdiği İslâm dinine girmiş, O’nun safında yer almış ve O’nun birer fedaisi olmuştur.

Musibetlerin Hikmeti

Bela ve musibetler, ya kulu olgunlaştırmak, ya da işlediği günahlarından temizlemek içindir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Başınıza gelen bir musibet, ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. Allah çoğundan da geçer.” ()

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

“Mümin kula isabet eden hiçbir hastalık, keder, ya da daha küçük bir olay yoktur ki Allah, o musibet ile o kulun günahlarından bir kısmını silmesin.”

“Allah bir kuluna hayır dilerse, onun günahının cezasını dünyada verir.”

 “Kim başına gelen musibete Allah’ın buyurduğu gibi ‘İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn’ () deyip sonra Allah’ım, bu musibetimden bana sevap ver, bunun ardından bana hayır ver (aldığın nimetin yerine daha hayırlısını ihsan eyle), diye dua ederse Allah öyle yapar.” ()

 Hadis-i kudsîde buyuruldu ki:

 “Kulum, kendisini bir bela (hastalık) ile sınadığım zaman sabreder, Beni ziyaretçilerine şikâyet etmezse, etinin yerine daha hayırlı bir et, kanının yerine daha hayırlı bir kan veririm. Onu iyileştirirsem günahından kurtulmuş olarak iyileştiririm, rahmetime (cennetime) sokarım.” ()

Sızlanmak Musibeti Artırır

Hazret-i Ali, çocuğu ölen birisine taziyede bulunurken demiş ki: “Kader üzerinden geçti, sabredersen sevabını alırsın. Eğer sızlanırsan yine kader üzerinden geçmiştir (geriye döndürmek mümkün değildir), üstelik günahkâr olursun.”

 Gerçekten sızlanma ve şikâyet, musibeti artırmaktan başka bir işe yaramaz. Allahü Teâlânın hükmüne sabretmeyenin musibeti ikiye katlanır: Biri musibetin kendisi, diğeri de sızlanmada haddi aşarak günaha girmesidir. Sızlanmak, yaka yırtmak, göğsünü ve yüzünü dövmek, aşırı şikâyette bulunmak, yas giysileri giymek ve benzeri şeyler, insanı sabır makamından çıkarır. Bundan dolayı böyle şeylerden kaçınmalı, normal hayat geleneğini sürdürmeli, herşeyin Allahü Teâlânın emaneti olduğunu bilmeli ve bu şekilde teselli bulmalıdır.

Sabredenlerin Mükâfatı

Kur’ân-ı kerimin birçok âyet-i kerimesinde sabrın önemi üzerinde durulmakta, sabırlı davrananlar yüceltilmekte ve onlara verilecek mükâfatlar anlatılmaktadır.

Mesela musibetleri sabırla karşılayanların ve Allah’a teslimiyet gösterenlerin Allah’ın rahmetine nail olacakları ve ebedî kurtuluşa erecekleri müjdelenir:

 “Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.” (Bekara 155-157)

Dini tebliğde azim ve sebat gösterip sabretmek gerekir:

(Ey Muhammed!) O hâlde, yüksek azim sahibi peygamberlerin sabretmesi gibi sabret! Onlar için acele etme. Onlar tehdit edildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada gündüzün bir anından başka kalmadıklarını sanırlar. Bu bir duyurudur. Ancak yoldan çıkmış olan topluluk helâk edilir.” (Ahkâf 35)

Bir kimsenin kendisine kötülük edenleri âdil bir şekilde cezalandırması haktır, ancak sabır göstermesi daha hayırlıdır:

“Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır.” (Nahl 126)

 Putperest düşmanların aşağılayıcı davranışlarına katlanan müslümanlar, sabretmelerinin mükâfatı olarak ebedî kurtuluşa ulaştırılacaklar:

“Siz ise, onlarla alay ediyordunuz. O kadar ki onlar size beni anmayı unutturdu. Onlara hep gülüyordunuz. Sabretmiş olmaları sebebiyle, bugün ben onları mükâfatlandırdım. Şüphesiz onlar başarıya erenlerin ta kendileridir.” (Mü’minûn 110-111)

Kendilerine kötülük yapanlara sabırla muamele edip kötülüğe kötülükle karşılık vermeyenlere düşmanlarının hile ve tuzakları asla zarar vermeyecektir:

“Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır.” (Âl-i İmrân 120)

Özellikle savaş durumunda sabır gösterip disiplinli davranan müslümanları Allah melekleriyle destekler:

“Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.” (Âl-i İmrân 125)

İyilik yolunu seçip kötülükleri güzellikle karşılamaya çalışanlar, böylece düşmanlıkları dostluğa çevirenler, bunu ancak sabırlı davranışları ve erdemlerde büyük pay sahibi olmalarıyla başarabilir:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur.” (Fussilet 34-35)

Hazret-i Lokmân’ın oğluna verdiği öğütlerden biri de şudur: 

“Namazı özenle kıl, iyi olanı emret, kötü olana karşı koy, başına gelene sabret. İşte bunlar kararlılık gerektiren işlerdir.” (Lokmân 17)

Hayatta insanın başına gelen musibetlerin bir imtihandır, bu imtihanı sabırlı olanları kazanacaktır:

“Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşıda pazarda gezerlerdi. (Ey insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. (Bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin, hakkıyla görendir.” (Furkan 20)

 Müslümanlar, Allah’tan sabır dilemelidir:

“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.” (Bekara 250)

 “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak bizim canımızı al.” (A‘râf  126)

 Müslümanlar, sabırlı olmalı ve birbirlerine sabrı tavsiye etmelidirler:

“Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.” ( Beled 17

“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka. (Onlar ziyanda değillerdir.)  (Asr 1-3)

Allahü Teâlâ, sabredenlerle beraberdir:

“Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bekara 153)

 “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bekara 249)

 “Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl 46)

“Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl 66)

Allah, sabredenleri sever:

“Allah, sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân 146)

Sabırlı davrananların ecirleri asla zayi edilmeyecektir:

“Kim kötülükten sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez” dedi.” (Yûsuf 90)

Sabırlı davrananlar için büyük mükâfat vardır:

 “Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.” (Hûd 115)

“Elbette sabredenlere, yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.” (Nahl 96)

Allah rızası için sabredenleri, melekler tebrik eder:

“Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler (ve şöyle derler): Sabretmenize karşılık selâm sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!” (Ra‘d  20-24)

Hadis-i Şeriflerde Sabır

Sabır konusu hadis-i şeriflerde de geniş olarak yer almıştır.

Sabır kişiyi telâştan ve yanlış işler yapmaktan korur:

 “Sabır ışıktır.” (Müslim, “Tahâret” 1)

 “Müminin işi ilginçtir. Her işi hayırdır. Bu yalnız mümine verilmiştir. Sevindirici bir işle karşılaşsa sabreder şükreder, o iş kendisi hakkında hayırlı olur. Üzücü bir işle karşılaşsa sabreder, kendisi için hayırlı olur.” (Müslim, Zühd: 64)

 “Hiç bir kimseye sabırdan daha hayırlı bir mükafat verilmemiştir.” (Buharî, Zekat 50, Rikak 20)

Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, kendisinden sürekli yardım isteyenlere yardım ettikten sonra yine de istemeleri üzerine onlara afif olmalarını, müstağni davranmalarını ve sabırlı olmak için çaba göstermelerini öğütlemiş; böyle yapmaları halinde Allah’ın kendilerine yardım edip ihtiyaçtan kurtaracağını bildirmiştir:

Çocuğunu kaybetmenin acısıyla ağlayan bir kadına Resûlullah, “Allah’tan kork, sabırlı ol!” buyurdu. Bunun üzerine; “benim derdimden sen ne anlarsın!” şeklinde tepki gösteren kadın, daha sonra kendisine nasihat edenin Resûlullah olduğunu öğrenince, özür dilemiş, bunun üzerine Efendimiz aleyhisselam, “Sabır ilk sadmededir (sarsıntı sırasında) gösterilen metanettir,” buyurmuştur. (Buhârî, “Cenâiz”, 32, 42)

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Sabır imanın yarısıdır.” (Hâkim, II, 446) Buna dayanarak Abdullah bin Mes‘ûd Hazretleri; “İman iki kısımdan oluşur, yarısı sabır, diğer yarısı şükürdür,” buyurmuştur. (Gazzâlî, IV, 66;)

Bela İstenmez, Gelince Sabredilir

Sabr-ı cemil (güzel sabır),  sızlanmadan belâlara dayanmaktır. Sabra aykırı olan, derdini yaratıklara açmak, sızlanmaktır. Fakat kendi halini Allah’a şikayet etmek, O’na yakınmak sabra aykırı değildir. Nitekim Eyyûb aleyhisselam, -şikâyet etmeden- derdini anlatmış: “Başıma bir dert geldi, ama sen merhametlilerin en üstünüsün” diye, Allah’a yakarmıştır. (Enbiyâ 83)

Peygamberler, herkese örnektir. Kul, isyâna, edepsizliğe varmadan niyaz ve tazarru’ ile derdini Allah’a arz edip kurtuluş dilerse bundan sevap alacağı gibi belâya sabrı da güç kazanır.

Hazret-i Ali’nin, “Allahım! Senden sabır diliyorum” dediğini duyan Resûlullah, “Bu sözünle Allah’tan ağır bir imtihan istemiş oldun; O’ndan âfiyet dile!” buyurmuştur (Tirmizî, “Daavât” 93)

Sabretmenin Hükmü

Üzücü olaylar karşısında telâşa kapılıp anormal davranışlarda bulunmak dinin de ahlâkın da kabul etmediği bir tutumdur. Zira sabır kendini kontrol etme, faydasız telâştan kurtulma ve sıkıntıyı aşmanın yolunu bulma imkânı verir.

Sabrın hükmü, sabredilen (katlanılan) sıkıntının mahiyetine göre değişir. Meselâ:

- Haramlardan uzak durmada ve dinî görevlerin ifasında tahammül göstermek şeklindeki sabır farzdır.

- Dinen mekruh olandan uzak durma şeklindeki sabır menduptur.

- Can, mal ve namusun saldırıya uğraması karşısında sabır haramdır.

- Bedenine zarar verecek derecedeki acılara katlanma şeklindeki sabır mekruhtur.

- Dinen yapılmasında bir sakınca olmayan konularda sabır göstermek de mubahtır. (Gazzâlî, IV, 69)

Üç Farklı Sabır

İbn Miskeveyh sıkıntılar karşısında sabırlı olmayı bir yiğitlik olarak kabul eder.(Tehźîbü’l-aħlâķ, s. 106)

Başkalarının yol açtığı sıkıntı ve üzüntüleri önemsenmemeli ve kişi kendi kusurlarını düzeltmekle meşgul olmalıdır. Bu sıkıntılar karşısında gösterilecek üç farklı sabır vardır.

- Güçlü olanlardan gelen sıkıntıya sabretmek fazilet değil zavallılıktır.

Zayıf kimselerden gelen sıkıntıya sabretmek fazilettir.

Eşit düzeydeki kimselerden gelen sıkıntıya sabretmek şöyledir; eğer kötülük yapan kişi bunu bilmeden yapmışsa ona sabretmek bir olgunluktur, eğer bilerek eziyet etmişse buna katlanmak bayağılıktır. (İbnu Hazm, El-Ahlâķ ve’s-Siyer, s. 26-27)

Cismanî ve Ruhanî Sabır

Sabr; biri cismanî, diğeri ruhanî olmak üzere iki çeşittir. Cismanî sabır bedenin mâruz kaldığı zahmetli işlere ve acılara katlanmaktır ki bu tam olarak fazilet sayılmaz. Asıl fazilet ruhanî sabır olup iki şekilde tezahür eder: İffet adı verilen birinci kısmı; insana zevk veren şeylerden yararlanmada aşırılıktan sakınmakonı. İkincisi ise, istenmeyen durumların başa gelmesi veya hoşa giden nimetlerden mahrum kalınması halinde şikâyet etmemektir. (Ez-Zerîa)

Sabır ve Rıza

Sabırla ilgisi bulunan diğer bir kavram da rızâdır. Meşakkatlere tahammülün farklı dereceleri vardır. Katlanmanın zor olduğu başlangıç derecesine tesabbur, katlanmanın kolaylaştığı orta derecesine sabır, nefsânî arzuların tam olarak baskı altına alındığı en yüksek derecesine rızâ denir. Sabrın fazilet bakımından en alt derecesi, içinde bulunduğu güç durumdan memnun olmasa da şikâyet etmemek, bundan daha faziletlisi içinde bulunduğu duruma razı olmak, ondan da faziletlisi belâya şükretmektir. (İhyâ )

Âlimler ve Sabır

Sabır konusunda, İslâm büyükler güzel sözler söylemiş ve insanlar için altın kurallar olabilecek tavsiyelerde bulunmuşlardır.

Hazret-i Ali radıyallahü anh: ‘Sabır, tökezlemeyen bir binektir.’ demiştir.

Sülemî hazretleri şöyle diyor: ‘Sabır, belâlardan lezzet almak, günleri tükeninceye dek ölümü (gönlünde) taşımak (kendisini ölmüş gibi görmek)tir. Asıl sabır, belâ oklarına göğüs gererek hedef olmaktır.

Dakkâk hazretleri: ‘Sabredenler, iki dünyanın izzetine ermişlerdir. Zira onlar, Allah’ın beraberliğine kavuşmuşlardır. ‘Allah sabredenlerle beraberdir.’ Allah’ın beraber olduğu kimseler, elbette iki cihanın şerefine ermişlerdir.’

 Musibetlerin Kolaylaştırılması

Her hâlukârda Allâh’ın emir ve yasaklarındaki nîmet, hikmet ve ilâhî mükâfâtları düşünmek, sabrı kolaylaştırır. Bâzen sırtımızdan atamadığımız tabiî felâketleri, taşımaktan başka çâremiz yoktur. Her çâresizliğin yegâne çâresi, Allâh’tır. Şikâyetler, feryâd ü figânlar, sızlanmalar, kayıptan başka birşey değildir. Bunun içindir ki, başımıza gelen hâdiselere sabredip Cenâb-ı Hakk’a sığınmak, her şeyin O’ndan geldiğini bilmek ve bir imtihân olduğunu idrâk edip mükâfâtını düşünmek, en akıllıca iştir. İnsanın bu imtihân dünyâsında her arzu ettiğine nâil olması mümkün değildir. Erişemediğimiz şeyler için, “Olmaması, hakkımızda hayırdır!” veya “Olan şeyde hayır vardır!” demek, kulluğa en uygun olan ve bizi mânevî derecelere nâil eyleyen en güzel bir hâldir.

Dünya, kimin daha iyi olduğunun, kimin güzel iş yaptığının anlaşılacağı bir denenme evi, sınanma yeridir. Bu sınamada insanlar bela ve musibetlerle karşılaşırlar. Maddi ve manevi sıkıntılarla, dertlerle, külfetlerle imtihan olunurlar. İnsanın görevi sabredip, bu imtihandan başarı ve yüz akı ile çıkmaktır.

Başta peygamberler olmak üzere herkes bu sınanmaya tabidir. Hatta İlâhî hikmetin bir tecellisi olarak en çok denenmiş olanlar peygamberlerdir. En zor, en şiddetli işler, musibetler, peygamberlerin ve onlara tabi olanların başına gelmiştir. Aslında bütün insanlık denenmektedir. Fakat bu farklı şekillerde olmaktadır ve ancak akl-ı selim sahipleri bunu anlamaktadır.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Mümine eza veren her şey ona musibettir.”  Dolayısiyle başa gelen küçük-büyük bütün sıkıntılar imtihan içindir.

Musibetler karşısında müminlerden beklenen ise sabırdır. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.” (Bekara 155-157)

Müminin başa bir musibet gelince; korkmaz, sızlanıp şikayet etmez. Çünkü bilir ki; herşey Allah’a aittir ve O, her şeyi dilediği gibi idare eder O’nun tasarrufuna itiraz edilmez, kaza ve kaderine bir rıza gösterilir ve bu durum karşısında sabır ve namazla Rabbinden yardım ister.

İnsan, bir gayeye doğru yürümektedir. Gayesi ilâhi rızadır. Bu gayeye yürürken çeşitli imtihanlardan geçecek, dışarıda dünyanın, içeride nefsinin çıkardığı zorluklarla, çeşitli bela ve musibetlerle baş etmeye çalışacaktır. Herkes gücü miktarınca sınanacaktır. Başına gelen her türlü musibete sabır göstererek olgunlaşacak, kemale erecektir. Gösterilen her sabır ilerlemeye, olgunlaşmaya sebep olacaktır. (Mehmet Can)

   manahaber.com

 

   manahaber.com bağlantı verdiği sitelerin içeriğinden
   sorumlu değildir.

 

Paylaş :

Diğer Haberler
Yaradılıştaki hikmet
Birlik ve Beraberlik
İslam iktisadı ve faiz
BEDİUZZAMAN: "Zulmederek hürriyet fikri yok edilemez!.."
Çok Önemli bir kurum: "Hisbe Teşkilatı"
“Güzel, bazılarından kendini gizler!..”
İsmailağa Cemaati Üzerine Oynanan Oyunlar!
Ali Erbaş: “Batı, ilmi işgal ve imhada kullanıyor!..”
Küresel Sistemin Süper Güçleri
Bomboş şeyler peşinde koşarken hayatı kaçıran çağdaş insan!..
"Zulüm, alimlerim mücadelesiyle bitecek!"
Cinsiyetsizlik ve Cinsel Sapma
İslâmî cemaatlerin birliği?
"İslam Birliği" hayal değildir...
Erkeğin, Hanımına Karşı Görevleri...
İslam'da Zekâtın Yeri ve Önemi!..
Allahü Teâlâdan Başka Yaratıcı Yoktur!..
Kaza ve Kadere İmanın Mahiyeti
Âhirete İnanmayanın Vay Haline
Mesuliyetimiz Büyük, Daha Çok Çalışmalıyız!..
Rızkı Artıran, Ömrü Uzatan ve Hayatı Cennete Çeviren Bir İş!..
Müslüman Şahsiyetin En Temel Özelliği: Halîm Olmak
Kuran-ı Kerim En Büyük Mucizedir
Tasavvuf İlmi Neden Gereklidir?
Müslüman Mütevazı Olmalıdır...
Müslümanın Karakteristik Bir Vasfı: Hilim
Dinin Tarifi ve Mahiyeti
İslamda Hilmin Yeri ve Önemi
Kurban Hakkında Bilinmesi Gereken Bazı Hükümler
Arefe Gününün Fazileti Büyüktür
Din Nedir?
Müsamaha Medeniyeti...
Orucun Fayda ve Hikmetleri
Kadir Gecesi'nin Fazileti
BİRAZ EDEP YAHU
Copyright © 2008 - MANA HABER. Her Hakkı Saklıdır.  
manahaber.com bağlantı verdiği sitelerin içeriğinden sorumlu değildir.
Sitemizde yayınlanan yazı, resim, grafik, ses ve görüntüler, ancak izin alındıktan sonra, kaynak gösterilerek ve link verilerek yayımlanabilir.