24 Kasım 2024 Pazar
16:29
Düşünce   Önceki Haber     |     Sonraki Haber       |      ANA SAYFA
Hızlı Yazdır! Hızlı Yazdır        
Yazı boyutunu:    

Tarih/Saat: 7 Şubat 2017 Salı, 22:47:36

Küreselleşen Dünyada Dinin Rolü?..

Sosyalist sistemin çökmesi ve buna bağlı olarak Doğu-Batı blokları arasındaki kamplaşmanın sona ermesi, ideolojiler çağının sonuna gelindiği düşüncesinin hâkim olmasına sebep oldu.

Bilgi ekonomisine ve millî devletten mega devlete geçiş olarak değerlendirilen bu sosyal, ekonomik ve politik dönüşüm süreci, sosyal bilimler literatürüne; "globalleşme", "küreselleşme", "global sermaye", "global kültür", ve "global kriz" gibi yeni kavramlar kazandırdı. İngilizce bir kelime olan "globe" küre, "global" deyimi de dünya çapında olan küresel olan mânâsına gelir. Buna göre dünya, sosyal, ekonomik ve kültürel yönden daha çok yakınlaşacak hatta belirli ölçüde birleşecek.

En azından ülkeler ve milletler birbirinden daha çok etkilenecek ve birbirine daha çok bağımlı hale gelecekler. Özellikle kitle iletişim vasıtaları teknolojisindeki devrimlerle dünyanın küreselleştiği yani büyükçe bir köy haline geldiği meselesi boş bir iddia değildir. Bir köy yaşantısını düşünün, dünya da artık öyle. Yalnız bu köyde yaşayan insanlar yüzbinlerle değil de milyarlarla ifade ediliyor.

Bu köyde milyarlarca insan yaşıyor fakat, o milyarlar ancak bir köydeki kadar farklılık ve çeşitlilik gösterebiliyorlar. Neticede köyün bir ağası ve ileri gelenleri var. Gündemleri hemen hemen aynı ve hep benzer konuları konuşuyorlar. Birçok bilimadamına göre, globalleşme neticesinde dünya genelindeki adaletsizlik, fakirlerin aleyhine olacak şekilde daha da büyüyecek.

Siyasal, ekonomik ve kültürel alanda fakir topluluk ve devletler daha çok fakirleşirken, zenginler de daha çok zenginleşecek, güçlü olan dâima haklı sayılacak, zayıf olan da devamlı ezilip sömürülecek. Hâkim diller diğer küçük dilleri, hâkim kültürler de diğer zayıf kültürleri yutmaya devam edecektir. Küreselleşme yeni bir mesele değildir. Onun kökleri 19'uncu yüzyıla dayanıyor. Globalleşmeye ilk kez Komünist Manifesto'da değinildi.

Globalleşmenin ilk adımları da emperyalizm yoluyla atıldı. Kapitalizmin azgın bir ataklığı olarak ortaya çıkan globalleşme, dar ulusal sınırlar içine sıkıştırdığı fakir ülkeleri ve o ülkelerin halklarını istediği kalıba dökmeyi hedef olarak önüne koymuştur. Küreselleşme, Batı'nın ikinci emperyalist akını denilebilecek global homojenleştirmeyi ve yeni siyasî, kültürel ve ekonomik işgalini daha nötr havaya sokacaktır.

Dünyamızda globalleşme adı altında korkunç bir kültürel savaş var! Bu savaş; internet, uydu üzerinden yayın yapan radyo ve televizyonlar, sinema filmleri, yazılı basın, misyonerlik ve misyonerliğin ilim maskesi ile çalışan çeşidi olan oryantalizm ve benzeri vasıtalarla yapılmaktadır. Milletleri tarih sahnesinden silecek olan savaş işte budur!

Elin oğlu, bu savaşta, eski demeden, yeni demeden saçma sapan değerlerini korumakla, yaşatmakla kalmıyor, bize kabul ettirmek için elinden gelini yapıyor. Peki bunun karşısında biz ne yapıyoruz? Biz, kendi öz kültürümüzü reddediyoruz. Öz kültürünü, manevî değerlerini koruyamamak, unutmak, hele hele inkâr etmek, intihar etmek ve "ben yokum" demekle eşdeğerdedir.

Kültürel boşluk, istikrarlı gelişmeyi engelleyici ciddi bir faktördür. Toplumun kendini en az buhran ile ilerletmesi ve kimliğini koruyarak yaşayabilmesi, aynı zamanda, başka toplumların sömürüsünden kendini kurtarabilmesi, hatta ölü milletler âlemine intikal etmemesi için, mensup olduğu dinî değerler üzerine inşa ettiği kültürünü koruyarak yaşaması şarttır. Din, bu bakımdan kültürün ruhudur. Bu sebeple bu bilgi çağı, devletin yanında; meslekî ve gönüllü kuruluşlarla diğer sivil toplum örgütlerinin de önemini artırmaktadır.

Devamlı olarak yabancı kültürlerin bombardımanına maruz kalan toplumlarda, kimlik buhranı meydana gelir. Bu buhran, büyük ölçüde bizde de yaşanmaktadır. Bu buhrandan kurtulmanın çaresi, kendi kendimizle barışmaktır. Bu barışma da; ancak toplum olarak dinimize ve manevî değerlerimize sarılmak ve kültür kaynaklarımıza geri dönerek onlarla beslenmekle mümkündür.

Günümüzde aileler, artık eskiden olduğu gibi çocuklarına kolay sâhip ve hâkim olamıyorlar. Genç nesillerin eğitiminde ve manevî değerleri kazandırmada ailelerin işi bir hayli zorlaşmıştır.  Ancak buna rağmen aileler; ana okulundan başlayarak en yüksek tahsil kademesine kadar, çocuklarına ve gençlerine sâhip çıkmak, onların maddî ve manevî ihtiyaçlarını, manevî değerlerinden taviz vermeden karşılamak  zorundadırlar. Yoksa ileride büyük sürprizlere hazır olmalıdırlar. Evet ne pahasına olursa olsun gençlerimizi, mukaddes değerlerine yabancılaştırmadan çağa uydurmak zorundayız.

Hazret-i Ali radıyallahü anh, "çocuklarınızı, yaşadığınız çağa göre değil, onların yaşayacakları asra göre yetiştirin" buyurmuştur, bunu bilelim. Emperyalizm, uzun bir zamandan beridir diğer çeşitlerinin yanısıra kültür emperyalizmi şeklinde de tatbik edilmektedir. Bu emperyalizm çeşidinde milletlerin; din, inanç, örf, âdet, gelenek, görenek ve ahlak gibi üst değerleri hedef alınmaktadır. Yukarıda da değindiğimiz gibi emperyalist güçler, bunu gerçekleştirmek için internet ve uydu yayınları başta olmak üzere birçok vasıtayla bu savaşı kesintisiz sürdürmektedirler.

Bu savaşın en önemli askerleri kilisenin kontrolü altında özel olarak kurulan misyoner teşkilatları ve okullarıdır. Bu okullarda yetişen misyonerler dünyanın her tarafında her türlü vasıtayı kullanarak faaliyetlerini sürdürmektedirler. Misyonerler, girdikleri memlekette sadece hıristiyanlığı yaymakla kalmazlar. Evvela yerli kültürleri yıkmaya çalışırlar. Çünkü bilirler ki, mahalli kültürleri yıkmadıkça hiçbir yerli, hıristiyanlığı kabul etmez.

Onun için misyonerler, arasına sızdıkları milleti meydana getiren manevî değerler manzumesini dejenere etmek ve soysuzlaştırmakla işe başlarlar. Tahrip ettikleri yerel değerlerin enkazı üzerinde kendi inançlarının binasını yükseltmeye çalışırlar. Küresel tehdit altındaki toplumumuzun, ciddi bir kimlik buhranına ve kültürel erozyona uğradığı konusu, düşünebilen insanları derinden tedirgin ediyor. Bu büyük erozyon daha çok gençlikte görülüyor.

Gençliğimizi, şahsiyetsizliğe ve kimlik buhranına sevk eden birçok husus vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir: farklı ahlakî ve estetik normlar, kitle iletişim araçlarının hızla gelişimi, milletlerarası temasların artması, sanayileşmeye paralel olarak şehirleşmenin hızlanması, çalışan ana-babaların aile ve çocukları ile daha az ilgilenir duruma düşmesi, kalabalık okullarda ve sınıflarda öğretmen ve öğrenci diyaloğunun zayıflaması, şer güçlerin, hâin çevrelerin ve art niyetli kişilerin gençlerin arasına sızması, sorumsuzca yapılan yayınların artan tahribatı, alkolizm ve uyuşturucuların yaygılaştırılması, fuhuş ve sapıklığın tahrik ve bir nevi teşvik edilmesi.

Bu durum karşısında silkelenip toparlanmak ve manevî değerlerimize sımsıkı sarılmaktan başka çaremiz yoktur. Bizler, ilk emri "oku!" olan bir dinin mensubu ve "iki günü eşit olan aldanmıştır", "hiç ölmeyecekmiş gibi dünyan için, yarın ölecekmiş gibi de âhiretin için çalış!" diye buyuran bir Peygamberin ümmetiyiz. Bu şeref bize yeter... Ateizmle ruhu, içki ve uyuşturucu ile bedeni, kumar ile malı tüketmek işine; hayatın tadını çıkarmak diyenler yobaz değiller de nedir?

Allah'tan korkmayandan korkacaksın! Çünkü Allah'tan korkmayanın kötülüğün her çeşidini yapmaması için hiçbir sebep yoktur, yeter ki fırsatını bulsun. Kimseyi incitmemek ve kimsenin seni incitmesine meydan vermemek şeklinde bir âlimin özetlediği güzel ahlakın kaynağı hiç şüphe yok ki yüce İslam dini ve gerçek sebebi de Allah korkusudur. Bu parlak hakikati, merhum Mehmed Akif şöyle dile getirmiş: "Ne ilimdir veren ahlaka yükseklik ne vicdandır/Fazilet hissi insanda Allah korkusundandır."

Bugün dünya müslümanlarının nüfusu bir milyarı geçmiş durumda. Ülkeleri, dünyanın en hassas ve stratejik öneme sâhip yerler. Toprakları, yeraltı ve yerüstü zenginliklerle dolu. Buram buram insanlık, medeniyet, ilim, irfan ve kültür kokan tarihlerinde utanılacak, yüz kızartacak hiçbir şey yoktur. Bilakis İslam tarihi, şeref tabloları ile doludur.

Müslümanlar, geçmişte büyük güç hatta süper güç idiler. Birkaç kıtaya birden hükmediyorlardı. Binaenaleyh biz müslümanların kimseyi taklit etmek gibi bir fantezimiz olmamalı... Birileri teknolojik olarak bizden daha ileride ise, "ilim ve hikmet müslümanların kayıp malıdır, nerede bulursa alsın" nebevî buyruğa uygun olarak gidip almalıyız. Fakat kültürümüzü değiştirmeyi ve manevî değerlerimizden vazgeçmeyi aklımazdan bile geçirmemeliyiz.

İslam kültürü, gerçekten bunalım çağının insanına, muhtaç olduğu her türlü huzur ve saadeti sağlayacak güçtedir. Bu dinin iman prensiplerinden alınan hayat ilhamı, zamanın ve mekânın etkisiz kılamayacağı kadar sağlam esaslara dayanmaktadır. İnsanlığın ruh, akıl, kalb, ve beyin işleyişinin sıhhati, islamın temellendirdiği hayatta mevcuttur. İslamın bu hususiyetlerini gören insaflı Batılılar, onun üstünlüğünü itiraf etmektedirler.

İngiltere Dışişleri Bakanı bir konferansta yaptığı konuşmada, "Biz, birçok şeylerimizi İslam medeniyetine borçluyuz. Hâlâ İslam rakamlarını kullanıyoruz. Gelişmemizi de, İslam ilim ve sanatına borçluyuz" demişti.  Peter Scholltour isimli ünlü Alman müsteşrik de, "Fikir planında Batı iflas etmiştir. Bunun için bir gün gelecek bütün Avrupa islama koşacaktır." diyor. İnşaallah öyle olur.

Dünyaları tekelleştirmeye yönelik globalleşmenin saf bilimsel bir söylem olmaktan çok, Batı'nın yeni bir tahakküm safhasına girizgâh olduğu ortadadır. Globalleşme, farklı dünyaların, Batı tarafından içerden fethedilmesi, çok kültürlülük ve çeşitlilik adı altında Hıristiyan-Batı eksenli yeni bir homojenleşmenin dayatılmasıdır.

Bunu bilerek globalleşmeye dikkat etmemiz gerekiyor. Beyni yıkanarak kendi kültüründen uzaklaştırılan bir toplum, içten fethedilmiştir. Osmanlıların bile, fethetmek istediği yerlere önce Alperenler göndererek içten fetih yapmaya çalıştıkları ve başarılı oldukları tarihî bir vakıadır. Şimdi aynı şeyi globalleşme ismi altında ABD ve Batı yapmaktadır.

İnsan tabiatı temelde ruhanîdir. Bu sebeple, insan gerçeğinin ruhanî boyutunu dikkate almadıkları ve öncelikli gayesi; ferdin ahlakî, duygusal ve zihinsel gelişimi olan bir kültürü geliştirmeyi hedeflemedikleri taktirde, toplumların refah içinde yaşamaları ve kalıcı olmayı başarmaları zordur. Ancak böyle bir çevrede kişi; toplumun maddî ve manevî mutluluğu için çalışan, yapıcı bir şekilde toplum hayatına katılan ve hedefi topluma hizmet olan bir vatandaş haline gelebilir. Yine ancak böyle bir ortamda ortak bir görüş ve paylaşılan bir hedef duygusu etkili bir şekilde geliştirilebilir.

Bütün bunlara karşı yapılması gereken şey; toplumumuzu sosyal kaynaşmayı güçlendiren; sevgi, kardeşlik, dürüstlük, alçak gönüllülük, hoşgörülülük, adalet, birlik gibi aslî özellikleriyle yeniden tanıştırmaktır. Bu ve benzeri temel ilkeler olmadan; ekonomik açıdan ne kadar refah içinde, entelektüel mânâda ne kadar zengin ve teknolojik olarak ne kadar gelişmiş olursa olsun, hiçbir toplumun varlığını uzun zaman sürdürmesi mümkün değildir.

Einstein, "Dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır" demiştir. Başka Batılı bir düşünce adamı da, "Din, dünyada düzenin kurulması ve dünyada yaşayan herkesin barış dolu bir rahatlık içinde yaşaması için gerekli vasıtaların en büyüğüdür" diyor. İslamî literatürde ise din, "Akl-ı selîm sâhibi kişileri, kendi güzel irâdeleriyle, iki cihân saâdetini te'mîn eden işleri yapmaya, sevk eden İlâhî bir kanûndur." İslâm hâriç, bütün dinler tahrîf edilip değiştirilmiştir.

Bunlar faraza değiştirilmemiş olsalar dahi, bugün onlarla amel etmek câiz değildir. Çünkü onlar, Allahü Telalanın son Peygamberi Hazret-i Muhammed'in getirdiği İslâm dini ile nesh olunmuşlar yani iptal edilerek yürürlükten kaldırılmışlar. İslâm dini, Kıyâmete kadar bâkidir. Bu yüzden, bütün varlığımızı borçlu olduğumuz dinimizin kıymetini bilelim vesselam...(Mehmet Can)

   manahaber.com

 

   manahaber.com bağlantı verdiği sitelerin içeriğinden
   sorumlu değildir.

 

Paylaş :

Diğer Haberler
Yaradılıştaki hikmet
Birlik ve Beraberlik
İslam iktisadı ve faiz
BEDİUZZAMAN: "Zulmederek hürriyet fikri yok edilemez!.."
Çok Önemli bir kurum: "Hisbe Teşkilatı"
“Güzel, bazılarından kendini gizler!..”
İsmailağa Cemaati Üzerine Oynanan Oyunlar!
Ali Erbaş: “Batı, ilmi işgal ve imhada kullanıyor!..”
Küresel Sistemin Süper Güçleri
Bomboş şeyler peşinde koşarken hayatı kaçıran çağdaş insan!..
"Zulüm, alimlerim mücadelesiyle bitecek!"
Cinsiyetsizlik ve Cinsel Sapma
İslâmî cemaatlerin birliği?
"İslam Birliği" hayal değildir...
Erkeğin, Hanımına Karşı Görevleri...
İslam'da Zekâtın Yeri ve Önemi!..
Allahü Teâlâdan Başka Yaratıcı Yoktur!..
Kaza ve Kadere İmanın Mahiyeti
Âhirete İnanmayanın Vay Haline
Mesuliyetimiz Büyük, Daha Çok Çalışmalıyız!..
Rızkı Artıran, Ömrü Uzatan ve Hayatı Cennete Çeviren Bir İş!..
Müslüman Şahsiyetin En Temel Özelliği: Halîm Olmak
Kuran-ı Kerim En Büyük Mucizedir
Tasavvuf İlmi Neden Gereklidir?
Müslüman Mütevazı Olmalıdır...
Müslümanın Karakteristik Bir Vasfı: Hilim
Dinin Tarifi ve Mahiyeti
İslamda Hilmin Yeri ve Önemi
Kurban Hakkında Bilinmesi Gereken Bazı Hükümler
Arefe Gününün Fazileti Büyüktür
Din Nedir?
Müsamaha Medeniyeti...
Orucun Fayda ve Hikmetleri
Kadir Gecesi'nin Fazileti
BİRAZ EDEP YAHU
Copyright © 2008 - MANA HABER. Her Hakkı Saklıdır.  
manahaber.com bağlantı verdiği sitelerin içeriğinden sorumlu değildir.
Sitemizde yayınlanan yazı, resim, grafik, ses ve görüntüler, ancak izin alındıktan sonra, kaynak gösterilerek ve link verilerek yayımlanabilir.