Namık Kemâl, Mehmed Âkif ve Bediüzzaman Hazretleri gibi mümtaz şahsiyetler, ondan sitayişle bahseder. Divan-ı Harb-i Örfi isimli eserde, ondan şu ifadelerle söz edilir: “…Şeriat-ı garrâ müsavatı ve adâleti ve hakikî hürriyeti, cem-î revabıt ve levâzımatıyla câmidir. İmam-ı Ömer (ra), İmam-ı Ali (ra) ve Salâhaddin-i Eyyubî âsârı (icraatı) bu müddeâya delil-i alenîdir.” (Age, s. 84)
Kudüs’ün yeniden fethi
Selâhaddin-i Eyyûbî’nin en büyük hizmetlerinin başında Kudüs’ün yeniden fethi geldiği için, biyografik bilgiden ziyade, onun imzasını taşıyan o muazzam fütûhatı nazara veremeye çalışalım.
Bir “İslâm kahramanı” olan Selâhaddin-i Eyyûbî, aslen ve neseben Kürt olarak biliniyor. Umumî kabule göre “Kürtlerin medâr-ı iftiharı”dır. Ancak, onun kurmuş olduğu “Eyyûbî Devleti” bir millî devlet değildi. Zira, kendisi “ümmet anlayışı”na dayanan bir İslâm devletini kurdu.
Selâhaddin-i Eyyûbî hakkında müstakil bir biyografik eser yazan Namık Kemâl, “Evrak–ı Perişân”da ondan şöyle bahseder: “Binlerce Müslüman sultanı içinde, Asr-ı Saadet hariç, üstünlüğü ve büyüklüğü itibariyle Selâhaddin’e eşit (müsavî) olanlar, topu topu on-on beş nâdir kişiden ibarettir.”
Mehmed Âkif de, ona duyulan muhabbeti mısralarına şu sitayişkâr ifadelerle yansıtır:
Sen ki son ehl-i salibin kırarak savletini
Şark’ın en sevgili sultanı Salâhaddin’i
Üstad Bediüzzaman ise, Kürtler için örnek bir şahsiyet olarak gösterdiği Selâhaddin-i Eyyûbî hakkında çok takdirkâr ifadeler kullanıyor ki, bunlar, Nur Külliyatının muhtelif bahislerinde zikrediliyor.
* * *
Selâhaddin-i Eyyûbî, bilhassa Fatımî iktidarını ortadan kaldırıp Mısır’da hakimiyet kurduktan sonra, hayatına yeni bir çeki-düzen verdi. O, takvâ üzere yaşamayı, hakkâniyet ve adâlet üzere hükmetmeyi ve bütün kuvvetiyle İslâma hizmet etmeyi, hayatının en büyük ve değişmez gayesi haline getirdi. Bu haliyle giriştiği hemen bütün mücadeleleri büyük bir muzafferiyetle kazanmaya muvaffak oldu. İşte, Kudüs’un fethi de, bu büyük muvaffakiyetlerden biridir.
Kudüs, ilk olarak Hz. Ömer’in 638’deki Yermuk Zaferinden sonra önemli bir İslâm beldesi haline geldi. Bu statü, asırlarca devam etti. Ne var ki, 460 sene sonra, yani 1099 yılında yaşanan I. Haçlı Seferi neticesinde, Kudüs Müslümanların hakimiyetinden çıktı, Hıristiyanların eline geçti. Hemen bütün Avrupa devletlerinin mânen gözdesi haline gelen Kudüs’te bir Hıristiyan Krallığı kuruldu.
Kudüs’te 88 yıl süren bu krallık zamanında, Müslüman ahaliye yapılmayan baskı, zulüm, işkence kalmadı. Defalarca katliâm yapıldı. Bölgede bir tek Müslüman kişi bırakılmamacasına çok zalimane bir politika izlendi. Zulüm, Sultan Selâhaddin tarih sahnesine çıkana kadar da devam etti.
* * *
Sadece Kudüs ve Filistin’de değil, Ortadoğu coğrafyasının birçok merkezinde (Trablus, Akka, Nasırıye, Taberiye, Beyrut…) yerleşmiş ve buralarda hakimiyet tesis etmiş olan Haçlılarla Müslümanlar arasında devam eden 88 yıllık sürtüşme ve çekişme, nihayet 1187 senesinde bitme noktasına geldi.
Bölgede güçlü bir İslâm devletini (Eyyübî Devleti) kurmaya muktedir olan Sultan Selâhaddin, Haçlıların ihlâl etmiş olduğu ateşkes (mütareke) anlaşmaları sebebiyle, bunların tek tek hesabını sormaya yöneldi. Bu arada hem kazandığı, hem de ufak çaplı kaybettiği bazı mücadele dönemleri oldu.
Suriye’nin Taberiye şehrindeki büyük karşılaşmada ise (4 Temmuz’daki Hittin Savaşı), birleşik Haçlı kuvvetleri Sultan Selâhaddin’in karşısında dize geldi. Düşman orduları perişan bir vaziyette darmadağın edildi.
Hiç vakit kaybetmeyen Sultan Selâhaddin, vargücüyle Kudüs’e yüklendi. İslâm ordusunun morali gayet yüksekti. Hittin’de kazanılan zafer, Müslümanların moralini fevkalâde yükseltmişti.
Bu sebeple, İslâm ordusu, kendisinden kat-bekat kalabalık durumdaki Haçlı ordusunu Kudüs’te de kesin bir mağlûbiyete uğrattı.
Buradaki Latin Krallığına son verdi ve Kudüs’ü fethetti. Böylelikle, 88 yıl aradan sonra Kudüs’ü yeniden bir İslâm şehri haline getirdi. (Bu statü, 1917’ye, yani Birinci Dünya Savaşı sonlarına kadar aynen, 1947’deki İsrail işgaline kadar da kısmen korunabildi. (M. Latif SALİHOĞLU)