Allahü Teala, şöyle buyuruyor:
"Onun için Sen durma hakka davet et ve Sana emredildiği tarzda dosdoğru ol, sakın onların keyiflerine uyma ve şöyle de: Allah, hangi kitabı indirmişse ben ona inandım. Hem bana, aranızda adaletle hükmetmem emri verildi." (Şura 15)
Toplum, sevgi ile kaynaşır, adalet ile ayakta durur. Adalet kanunları ve bu kanunların öngördüğü müeyyideler olmadan yeryüzünde ne fenalıkların önü alınabilir ne de emniyet ve âsâyiş sağlanabilir. Herkesi kucaklayan bir adalet uygulması, fertlerin birbirleriyle kaynaşmasına vesile olur. Haksızlık ve adaletsizlik ise, huzursuzluğa yol açar. Çünkü hiçbir kimse, hakkının bir başkası tarafından çiğnenmesinden memnun olmaz. Kur'an-ı kerimde, adaletten yoksun olan kişi ile âdil olan kimse, bir misalle şöyle mukayese ediliyor:
"Allah bir de şu temsili getiriyor; iki kişi var. Birisi dilsiz, hiçbir şey becermez, efendisine sadece bir yüktür. Ne tarafa gönderse hiçbir işe yaramaz! Şimdi hiç bu zavallı ile, hakkı hakikati bilen, adaleti dile getirip gerçekleştiren, dosdoğru yol üzere ilerleyen bir insan eşit tutulabilir mi?" (Nahl 76)
Allahü Tealanın son kitabı olan Kur'an-ı kerim; bütün insanları eşit kılan, birinin aleyhine diğerine ayrıcalık tanımayan evrensel prensipleri ortaya koymaktadır. Bu prensiplerden bazıları; tevhid, âhiret inancı, doğruluk, haya ve adalettir. Bunlar belirli bir inanca sahip olan insanlara mahsus olan ilkeler değildir. Bunlar bilakis; insan vasfına hâiz olan herkese ait olan ve insandan ayrılmaz bir parça gibi kabul edilen hususlardır.
İslam'ın öngördüğü adalet, arzu ve menfaatlere bağlı olmayan bir adalettir. Öfke, kin ve nefret gibi duyguların burada yeri yoktur. Böyle bir adalet fikrine inanan müslümanlar, bir fert veya bir topluluğa düşman olsalar, kin ve nefret de duysalar, bu duyguları onları adaletsizliğe sevketmeyecektir. Allahü Teala, bu adaletin uygulanmasını bir sorumluluk olarak mü'minlere yüklemiştir. Allahü Teala şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Haktan yana olup vargücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet nümunesi şâhitler olun! Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvaya en uygun hareket budur. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah, yaptığınız herşeyden haberdardır." (Mâide 8)
İslam'ın öngördüğü adalet, öylesine hassas bir ölçüdür ki, insanın kendi menfaatini ve yakınlarının çıkarlarını kollama duygusunu, başkalarından korkma ve insanlara acıma hissini devre dışı bırakır. Çünkü bir işe menfaat ve iltimas karıştığı zaman, haksızlık ve zulüm onu takip eder. Şahsî çıkarlar ve insanlar arasındaki ayrıcalık, adaletle çelişen bir durumdur. Bununla ilgili olarak Allahü Teala şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Haktan yana olup vargücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin! Allah için şâhitlik eden insanlar olun! Bu hükmünüz ve şâhitliğiniz, isterse bizzat kendiniz, ana ve babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun. Çünkü Allah, her ikisine de sizden daha yakındır. Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın! Eğer dilinizi eğip bükerek hakkı olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şâhitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır." (Nisa 135)
Görüldüğü gibi âyet-i kerimede, kişinin bizzat kendisi aleyhinde bile olsa adaletle şâhitlik yapması emredilmektedir. Sonra insanın en yakını olan ana-babası aleyhinde bile olsa şâhitlik yaparken adaletten asla vazgeçilmemesi emredilmektedir. Bu insanî inkılabı bütün din ve ideolojiler arasında sadece İslam dini başarmıştır. Tabii ki bugunkü müslümanların bu evrensel ilkeyi devam ettirmede ne kadar başarılı oldukları ayrı bir konudur. Burada bir kusur varsa, İslam dininin değil, en kibar ifadeyle onun "tembelleşmiş" müntesiplerinindir. Fransız yazar Charles Mismer'in bu konudaki insaflı tesbiti çok mânidardır. O şöyle diyor: "Bugüne kadar yeryüzünde görülmüş en parlak, en evrensel, en demokratik ve bin (dörtyüz) yıllık bir medeniyetin başlıca ve yegane kaynağı Kur'an olduktan sonra, bugünkü müslüman cemaatlerin cehalet sebebi, nasıl olur da İslamiyete dayandırılabilir."
Kur'an-ı kerimin getirdiği adalet evrenseldir. Allahü Teala şöyle buyuruyor: "Allah adaleti, ihsanı, yakınlara muhtaç oldukları şeyleri vermeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir." (Nahl 90) Görüldüğü gibi bu âyet-i kerimede evrensel ilkeler sıralanırken birinci olarak adalet zikredilmiştir. Çünkü adalet hâkim olmadan diğer ilke ve faziletlerin tahakkuku zordur. Adalet olmadan, insan fıtratını lekeleyen ve insanlıktan uzaklaştıran günahları, çirkinlikleri, azgınlığı, zulmü yok etmek mümkün değildir. Ayrıca kendi içinde adaleti sağlayamayan kimselerin iyilik yapmaları, akrabalarına yardımcı olmaları, insanlara karşı âdil davranmaları mümkün değildir.
"Allah, size emanetleri layık olan ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermeyi emreder." (Nisa 58) mealindeki âyet-i kerime, daha açık bir ifade ile adaletin evrenselliğine işaret etmektedir. Bu âyet-i kerimede önemle üzerinde durulması gereken husus "insanlar arasında" ifadesidir. Buna göre adalet ilkesi, müslüman ve gayr-ı müslim bütün insanları içine alan evrensel bir ilkedir. İstisnasız bütün insanlara adaletle davranılmasını emreden bu âyet-i kerime, Kur'an-ı kerimin âdil olan Allahü Tealanın kelamı olduğunu haykırmaktadır. (Mehmet Can)