İşte bu güç ve kabiliyete sahip olmayanların, bu güç ve kabiliyete sahip olan bir müçtehidin mezhebine uymaları kaçınılmaz idi. Nitekim müslümanlar da böyle yaptılar ve her biri, bu hak mezheplerden birine tâbi oldular.
Ayrıca her müslümanın, bu hak mezheplerden birine tâbi olması; ibadetlerde, idarede, yargıda ve daha bir çok alanda birlik ve bütünlüğün sağlanması için de kaçınılmaz idi. Çünkü herkes bildiği ile amel etseydi, -maazallah- şahıslar kadar mezheb ve fraksiyon ortaya çıkar; birlik, dirlik ve düzen diye bir şey kalmazdı. Halbuki İslam, birlik ve beraberlik dinidir.
Mezhepler Neye Dayanıyor?
Âyet-i kerimde buyuruldu ki:
“Eğer bilmiyorsanız, zikir (Kur’ân) ehline sorun.” (Nahl 43)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“Şüphesiz âlimler, peygamberlerin vârisleridirler.” (Tirmizi 2682)
“Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Muâz (bin Cebel’i,) Yemen’e (hâkim olarak) gönderirken; “Orada nasıl hüküm edeceksin,” buyurunca; “Allahü teâlânın kitâbı ile” dedi. “Allah’ın kitâbında bulamazsan,” buyurunca; “Allah’ın Resû-lünün sünneti ile” dedi. “Resûlullah’ın sünnetinde de Allah-ın kitabında da bulamazsan,” buyurunca; “görüşümle İçti-hâd ederim ve ihmalkârlık etmem” dedi. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz, (mübârek elini) Muâz’ın göğsüne vu-rup; “Resûlullah’ın elçisini, Resûlullah’ın rızâsına uygun kılan Allah’a hamd olsun” dedi. (Ebû Dâvûd 3592)
“Hakim hükmederken ictihad edip isabet ederse iki sevap alır. Hükmederken ictihad edip hata ederse bir sevap alır.” (Müslim 1716)
İmâm-ı Şa’rânî Hazretleri buyuruyor ki: Buradaki isâbet etmemek, delile isâbet etmemektir. Yoksa hakikatta müctehid hatâ etmez, müctehidin ictihâdı nass-ı Şâri gibidir. Müctehidler, ma’sûm değil fakat mahfuzdur. Ya’nî Allahü teâlâ, onları hatâ etmekten korumuştur. (Mehmet Can, İslam Akaidi: Müslüman Neye Nasıl İnanır, Şefkat Yayıncılık: 0212 528 15 30)