Doğruluk genellikle; sıdk ve istikamet kavramları anlatılır. Sıdk: İnsanın, düşünce, söz ve davranışlarında dürüst olmasıdır. İstikamet de, her türlü aşırılıktan uzak durarak yüce dinimizin gösterdiği hak ve adalet yolunda mutedil bir şekilde yürüyebilmektir.
Bilimde; temellendirme (konunun doğruluğunu ortaya koyma) olgularla yani deney ve gözlemlerle yapılır. Felsefede ise; önermeler, akıl ve mantıksal çıkarımlarla temellendirilir. Temellendirmede tutarlılık esastır. Tutarlılık, önermelerin birbiriyle çelişmemesidir. İçinde tutarsızlık ve çelişki bulunan hiçbir düşünce, söz ve eylem doğru olamaz.
Yalan Kötülüklerin Anasıdır
Doğruluk büyük bir fazilet ve yüce bir erdemdir. Bunun için İslam dininin temel kaynaklarında, insanlar doğru olmaya çağırılmış; yalancılık, iki yüzlülük ve sahtecilik kötülenmiştir. İslâm, prensip olarak; insanın ruhsal gelişimine, toplumsal düzen ve barışa zarar veren her türlü kötülüğü yasaklamış, özellikle de yalancıları ağır ifadelerle eleştirmiştir. Bunun sebebi, yalanın “ümmü'l-habâis” yani (bütün kötülüklerin anası) olmasıdır.
İşte İslâm ahlakında doğruluğun bütün iyiliklerin temeli, yalanın ise bütün kötülüklerin anası olması telakkisi ve kabulü, Kuran-ı kerim ve hadis-i şeriflerde ortaya konan bu yüce ve parlak anlayıştan kaynaklanmaktadır.
Abdullah bin Amr radıyallahü anh anlatıyor: Peygamberim Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, evimizde bulunduğu bir günde annem beni yatıştırmak için: “Yavrum gel sana bir şey vereceğim” diyerek, beni çağırdı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, anneme: “Çocuğa ne vermek istedin,” diye sordu. Annem: “Hurma vermek istedim,” dedi. Bunun üzerine Efendimiz aleyhisselam: “Eğer birşey vermeyip aldatsaydın sana bir günah yazılırdı,” uyarısında bulundu.
Yalan Kişinin Onurunu Zedeler
İki yüzlülük, riyâ ve dalkavukluk gibi davranışlar da doğruluk ve dürüstlüğe aykırı olup, müminin çok aziz olan onurunu zedeleyen; dolayısıyla kişinin özenle uzak durması gereken kötülüklerdir. Çünkü ikiyüzlülerin, dalkavuk ve riyakârların en büyük sermayeleri yalandır. Onların asılsız ve abartılı, -böyle olduğu için de dürüstlükle bağdaşmayan- övgüleri hem kendi kişiliklerini lekelemekte, hem de övülen kişilerin boş ve temelsiz bir bir gurura kapılarak kusurlarını görmelerine engel olmaktadır. Bu yüzden Peygamber Efendimiz, bu kişileri insanların en kötüleri arasında saymış, onlara yüz verilmemesini öğütlemiş ve onları bekleyen tehlikeyi haber vermiştir:
“Kıyamet gününde, Allah nazarında en kötü olanlardan bir kısmını da iki yüzlülerin teşkil ettiğini göreceksiniz. Bunlar, bazılarına bir yüzle, diğer bazılarına da başka bir yüzle giden insanlardır!” (Buhari Edep 52)
“Dalkavuklarla karşılaştığınızda yüzlerine toprak savurun!” (Müslim, zühd, 14)
“Ahir zamanda, dinle dünyayı taleb eden insanlar zuhur edecek. Bunlar, insanlar(a iyi görünüp, onları aldatmak) için öyle bir yumuşaklığa bürünecekler ki koyun postu yanlarında kaba kalır. Dilleri de baldan daha tatlı olacak. Ancak kalbleri kurtlarınkinden daha vahşi olacak. Cenâb-ı Hak (bunlar için) şöyle buyuracaktır: “Beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz, yoksa bana karşı cürete mi yelteniyorsunuz? Zât-ı akdesime yemin olsun, bunlar üzerine, kendilerinden çıkacak öyle bir fitne göndereceğim ki, içlerinde halîm olanlar bile şaşkına dönecekler.” (Tirmizi, zühd 60)
Münafığın Alameti Üçtür
Allah’a gerçek manada inanmış bir müslüman; kalbiyle, sözüyle, işiyle velhasıl her yönüyle doğru olmalıdır. Müslüman; olduğu gibi görünür, göründüğü gibi de olur. Sözü özüne uyar. İçi başka dışı başka olmaz. Gerçek mümin hakkı sever, hakkı söyler, hakkı saklamaz. Başkalarının hakkına tecavüz etmez. Yalan söylemez, yalan yere yemin etmez, yalancı şahitlik yapmaz. Hiçbir işine hile karıştırmaz. İşte doğruluk ve istikamet budur.
Fertleri, doğruluk karakterini kaybetmiş toplumlarda, yalancılık hakim olur. İnsanlar arası ilişkiler yapmacık olup ve doğruluktan uzaklaşır. İnsanlar şahsî çıkarları peşinde birbirlerini kandırmak için türlü oyun ve desiselere başvururlar. Böyle bir toplumda insanlar, ahireti düşünmez, materyalist dünyanın hevâ ve heveslerine uyarlar. Çünkü böyle insanlarda Allah korkusu yoktur. Bu, kuşku toplumudur. Kimse kimseye güvenmez. Böyle bir toplumda, yalancılık yüzünden çoğu zaman hakikat de ortaya çıkamaz ve zulüm yayılır.
Doğruluktan ayrılanlar, yalnız içinde yaşadıkları cemiyete zarar vermekle kalmazlar, kendilerinden sonraki nesillere de kötü örnek olurlar. Doğruluktan ayrılanlar, aslında başkalarını değil, kendilerini aldatmakta ve yıkmaktadırlar. Dolambaçlı ve gayr-ı meşru yollarla elde edilen servetler, sahiplerine dünyada bir leke, ahirette ise ateştir. Dürüstlükle ve meşru yoldan elde edilen kazançlar ise, az da olsa sahibini huzur ve saadet içinde yaşatır, âhirette ise, cennete girmesine vesile olur. Gerçek mümin, şartlar ne olursa olsun, emrolunduğu gibi dosdoğru olup istikametten ayrılmaz, yalana, hileye tenezzül etmez. Haysiyet ve şerefine gölge düşürmez.
Nifak, insanın içinin dışına, dışının içine uymamasıdır. Bu durum kimde tahakkuk ederse, münafık sayılır. Kişinin münafıklığı, zahirdeki alametlerden anlaşılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” (Buhârî) Bu hadis-i şerifte beyan edilen alametler, nifakın açık delilleridir.
Doğruluğun Dört Ayağı
Yalan söyleyenin, vaadini yerine getirmeyenin ve emanete ihanet edenin, dışı içine, sözü özüne uygun değildir. Bu üçü de toplumsal düzenin destek aldığı üç yüksek faziletin tam zıddıdır. Her şeyden önce itimat edilecek olan şey sözdür. Toplumsal, hukukî ve siyasî ilişkiler sözlü itimatla cereyan eder. Bunun içindir ki yalan, her din ve millette denaet-i ahlakiye (ahlakî çirkeflik) olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı yalanın her çeşidinden kaçmalı ve doğruluğu şiar edinmeliyiz.
Tam doğru olabilmek için şunlara dikkat etmek gerekir:
Sözde doğruluk: Konuşurken, bir şeyden söz ederken, gerçeği çarpıtmadan, ters yüz etmeden konuşmak gerekir. Zaruret olmadıkça tarizli ve imalı konuşmamalıdır. Ağzımızdan çıkan her söz doğru olmalı, vaki olanı (olguyu) yansıtmalı ve hakikatin ta kendisi olmalıdır. Allahü teâlânın bize verdiği en büyük nimetlerden biri de lisandır. İnsan bu nimeti, Allah’ın yasak ettiği şeylerde; yalanda, dolanda kullanırsa o büyük nimeti tepmiş ve nankörlük etmiş olur.
Niyette doğruluk: Yapmak istediğimiz işi sırf Allah rızasını kazanmak için yapmaya niyetlenmeli ve bu halis niyete asla başka birşeyi karıştırmamalı, yani ihlası elden bırakmamalıyız.
Azimde Doğruluk: Hayırlı işler yapmayı tasarlarken gerçekçi ve doğru olmak gerekir. Mesela, “şöyle bir imkâna sahip olursam, şu hayırlı işleri yaparım” diyen kimse, o imkâna sahip olunca, sözünde durmazsa, azminde doğru değildir, demektir.
Fiilde doğruluk: Hakkaniyetle hareket etmek, haktan ayrılmamak, sözün öze uygun olması. Yemine bağlı kalmak, verilen sözü tutmak ve yanlı iş yapmamak gibi.
Allah’tan Korkun ve Doğru Söyleyin!
Yüce dinimiz İslam, doğruluğa çok önem verir; doğru olmayı tavsiye eder ve aynı zamanda doğru insanlarla beraber olmayı da emreder. Aynı şekilde İslam dini yalancıdan ve yalancılıktan nefret eder ve yalanı, insanların arasını bozan, birbirlerine duydukları güveni sarsan en büyük tehlike ve günah olarak görür.
Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun (emirlerine bağlanın, yasaklarından sakının) ve doğru söz söyleyin!” (Ahzab 70)
“Ey İman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun!” (Tevbe 119)
“Rabbimiz Allah’tır deyip sonra dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir!” (Ahkaf 13)
“Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle onlar için acıklı bir azap vardır!” (Bakara 10)
Sevgili Peygamberimiz aleyhissalatü vesselam da doğruluğu sürekli vurgulamış ve doğru kimseler olmamızı istemiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
“Şüpheli işi bırakıp şüphesiz işe sarıl, çünkü doğru olan şey gönlü yatıştırır, yalan onu kuşkulandırır.”
Doğruluk Çok Önemlidir
İslâm ahlakında doğruluk, insan onurunun ve sağlıklı toplum yapısının vazgeçilmez şartlarından biri olarak kabul edilmiş ve insanın kendi kişiliğine karşı en önemli görevleri arasında gösterilmiştir. Peygamber Efendimiz aleyhisselam, kendisinden güzel bir nasihat isteyen kişiye, “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol” (Müslim, "Îmân", 13) buyurmuştur. Âyet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır:
“Rabbimiz Allah’tır, deyip sonra da istikamet üzere, doğru yolda yürüyenler yok mu, işte onların yanına melekler inip: Hiç endişe etmeyin, hiç üzülmeyin ve size vaad edilen cennetle sevinin, derler.” (Fussilet 30)
Doğruluk hayatî öneme sahiptir. Çünkü:
Doğruluk, aldatmamaktır.
Doğruluk, güvenilirliktir.
Doğruluk, daima hakkın ve haklının yanında olmaktır.
Doğruluk, yalan ve sahtecilikten uzak durmaktır.
Doğruluk, faziletli yaşamdır.
Doğruluk, haktır, adalettir.
Doğruluk, gerçekçi ve inandırıcı olmaktır.
Doğruluk, özü sözü bir olmaktır.
Doğruluk, sorumlu davranmaktır.
Doğruluk, vefalı olmaktır.
Doğruluk, açık sözlülük ve açık yürekliliktir.
Doğruluk, başkasının acısını paylaşabilmektir.
Doğruluk, emanete sahip çıkmaktır.
Doğruluk, içten ve doğal olmaktır.
Doğruluk, sağlam karakterli olmaktır.
Doğruluk, fedakârlıktır.
Doğruluk, yüce değerlerden taviz vermemektir.
Doğruluk, haksızlığa izin vermemektir.
Doğruluk, gerçekleri göz ardı etmemektir.
Doğruluk, ayrımcılık yapmamaktır.
Doğruluk, tüm bunların toplamı ve daha fazlasıdır.
Doğruluğun bu kadar önemli olması, insanın -hayatın bütün alanlarında- ilişkili bulunduğu bütün kişi ve çevrelere karşı her türlü tutum ve davranışlarında aranan bir erdem olmasından kaynaklanır.
Dürüstlükle uyuşmayan, dolayısıyla insanın onurunu aşındıran kötülüklerin başında yalan gelir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:
“Şu kesindir ki münâfıklar cehennemin en alt katındadırlar. Onları oradan kurtaracak bir yardımcı da bulamazsın!” (Nisâ 145)
Anglikan kilisenin Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye’ye sorduğu “İslâm, fikre ve hayata ne vermiştir?” sorusuna bir İslâm âlimi tek bir cümle ile “Fikre tevhid, hayata istikamet (doğruluk) vermiştir,” şeklinde cevaplamıştır.
Doğruluk, müslümanlığın ruhu gibidir. Bir insan Allah’a iman eder, bununla beraber kalbini, işini ve sözünü doğrultur ve doğru yolu tutarsa artık o insan selameti bulmuş, demektir. Dünya ve ahirette onun için korku ve keder yoktur. Çünkü tam manasıyla iman eden ve istikameti elden bırakmayan bir insan, şüphe yok ki, dinin ruhunu elde etmiştir.
Doğru söylemek, toplumsal hayatın ve sosyal ilişkilerin temel taşlarından biridir. Bu sebeple İslamî kaynaklarda, ahlakî konular arasında doğruluğa özel bir önem verilmiştir.
İslamda doğruluğun, ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu anlamak için Kuran-ı kerime bakmak yeterlidir. Kur’an-ı kerimde nerede bir peygamber övülmek istenmişse, onun çeşitli sıfatları içerisinde özellikle doğruluğuna temas edilmiştir. Mesela Hazret-i İbrahim, Hazret-i Yusuf, Hazret-i İsmail ve Hazret-i İdris bununla tavsif edilmiştir. Kısacası, İslamî kaynaklarda peygamberler ve evliyaullahtan söz edilirken doğruluk, onların mümtaz ve seçkin kişiliklerinin en bariz özelliği olarak zikredilmektedir. Mesela bu ümmetin en büyük ferdi olan Hazret-i Ebubekir’in lakabı ve şöhreti; dosdoğru manasında ‘sıddık’tır
Doğru olmanın bazı sebepleri vardır şöyle ki:
Akıl: Doğruluğun sebeplerinden biri akıldır. Çünkü akıl, yalanın çirkinliğini bilir.
Din: Doğruluğun ikinci sebebi dindir. Din, doğruluğa bağlı kalmayı ve yalancılıktan sakınmayı emreder.
Mürüvvet: Mürüvvet (yiğitlik), yalancılığı yasaklamakta ve kişiyi doğru olmaya sevk etmektedir.
Şöhret: Doğrulukla meşhur olmuş bir insanın aleyhine kimse söz söyleyemez, leke süremez.
Doğruluk Cennete Götürür
Peygamberimiz doğru olmayı iyi kimse olmanın şartı saymış, cennete girebilmek ve orada büyük bir makam olan sıddıklar (dosdoğru kimseler) derecesine erebilmek için doğru olmak gerektiğini söylemiştir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Size doğru olmanızı emrederim. Çünkü doğruluk iyi olmaya, iyilik de cennete götürür. İnsan doğrulukta sebat ederek nihayet Allah katında ‘sıddîk’ (dosdoğru kişi) diye yazılır. Size yalan söylemeyi de yasaklıyorum. Çünkü yalan kötülük işlemeye, kötülük de cehenneme götürür. İnsan yalan söyleye söyleye sonunda Allah katında ‘kezzâb’ (yalancı kişi) diye yazılır,” (Buhari, "Edeb", 69)
Görüldüğü gibi İslam dininde doğruluk büyük bir fazilet olarak teşvik edilmiş, onun tersi olan yalan söylemek, hile yapmak ve sahtekârlık yasaklanmıştır. Biz, dinimizin bu güzelliğini sözlerimizde ve davranışlarımızda yansıtmalı, doğru kimseler olmalıyız. Aksi takdirde müslüman olmayanlar, bizim yalancılık ve sahtekârlığımıza bakarak İslam hakkında çok yanlış düşüncelere sahip olabilirler, bunun da vebali çok büyüktür.
Doğruluk öyle bir meziyettir ki; insanı dostlarının sevgisine mahzar kılar, düşmanlarını da takdire mecbur bırakır. Doğruluğu dostlar kadar, düşmanlar da takdir ederek hakkını teslim ederler. Düşman olsalar bile doğrunun aleyhinde olmayı uygun bulmazlar.
Doğruluğun yegâne timsali olan Peygamber Efendimizi düşünelim: O’nun düşmanları, en büyük mucizeleri gördükleri halde sihirdir, diyorlardı. Bir gün Ebu Cehil, avucuna çakıl taşları gizlemişti. Dedi ki: “Ya Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem!) Sen peygamber olduğunu iddia ediyorsun. Eğer gerçekten peygambersen, şu avucumun içindekileri bil bakalım.” Bunun üzerine Efendimiz aleyhisselam: “Benim gerçekten peygamber olduğumu ben değil, elindeki taşlar söylesin,” buyurdu. Bu esnada Ebu Cehil’in elindeki taşlar: “Lâ ilâhe ilellâh” (Allah’tan başka ilah yoktur,) diyerek, kelime-i tevhidi söylemeye başladılar. Çakıl taşlarının söylediği kelime-i tevhidi bizzat kulaklarıyla duyan Ebu Cehil ve arkadaşları: “Ne büyük bir sihirbazsın” diyerek, yine küfür ve inkârlarında direttiler. Bu derece düşmanlıklarına rağmen, müşrikler bile Efendimiz aleyhisselamın doğruluğunu kabul etmişler ve kendisine el-Emin (güvenilir kişi) adını vermişlerdi.
Doğru Kişi Vicdanen Rahattır
Doğruluk, insanlar arasındaki bağları güçlendirir; dostluk ve arkadaşlık kurmalarını, ilişkilerini düzenli bir şekilde devam ettirmelerini sağlar. Çünkü doğru söyleyen, dürüst davranan insan, başkalarının sevgi ve güvenini kazanır.
Doğruluk, insanı daima iyiliğe yönlendirir ve onun ahlakını güzelleştirir. İnsana huzur verir, kişilik ve güven duygusu geliştirir. Çünkü doğru söyleyen, dürüst davranan insan kendisinden emindir, vicdanen de rahattır. Yalan söyleyen kişi ise, yalanı ortaya çıktığı zaman mahcup olur. Ancak doğru söyleyen insanın böyle utandırıcı bir durumla karşılaşması söz konusu değildir.
Doğruluk, insanı ahirette kurtuluşa ulaştırır. Yüce Allah’ın emirlerine itaat eden, yasaklarından kaçınan, doğru sözlü olan, her işinde doğruluğu ve dürüstlüğü esas alan kimse cennete girer. Çünkü yüce Allah, doğru insanları bağışlayıp ödüllendireceğini müjdelemiştir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Allah’a teslim olan erkekler ve teslim olan kadınlar, İslâm dinine iman eden erkekler ve iman eden kadınlar, taate devam eden erkekler ve taate devam eden kadınlar, dürüst erkekler ve dürüst kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, hayır yolunda infak eden erkekler ve infak eden kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar var ya, işte Allah onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab 35)
Bizi Aldatan, Bizden Değildir
Doğrulukta izzet ve şeref vardır, saadet ve selamet vardır. Doğru olan milletler, hem toplumsal açıdan hem de ekonomik yönden yükselirler. Doğruluğu şiar edinen toplumlar güvenli toplumlardır. Böyle bir toplumda herkes huzur ve sükûn içinde yaşar. Anarşi ve kargaşa olmaz, kimse kimsenin malına, ırzına ve namusuna göz dikmez. Bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“Men gaşşenâ fe leyse minnâ!” (Bize hile yapan, hıyanet eden ve bizi aldatan, bizden değildir.)
Bir gün Efendimiz aleyhissellama bir adam gelerek: “Ya Rasülallah! Ben müslüman olmak istiyorum. Fakat İslam’ın yasakladığı birçok kötü huylarım var, bunlardan vazgeçemiyorum,” dedi. Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem: “Benim hatırım için yalanı bırak, bundan sonra yalan söyleme,” buyurdu. Adam bu teklifi memnuniyetle kabul etti. İslam’ı kabul ederek, imanla şereflendi. İçki, kumar, zina ve benzeri kötülüklere alışkın olan adam: “Ben şimdi yalanı bıraktım. Neye mal olursa olsun yalan söylemeyeceğim. Peki içki içip, kumar oynayıp, zina yapsam, yarın Hazret-i Peygamber, bana sorsa ne cevap vereceğim? Yalan söylemeyeceğime göre evet demeye utanmaz mıyım,” diye düşündü ve böylece bütün kötü huylarından vazgeçti.”
Görüldüğü gibi doğruluk insanı selamete ulaştırır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Tehlikeyi doğrulukta görseniz de doğruluğu araştırınız, zira kurtuluş ancak ondadır.”
Doğruluk Şeref ve Saadettir
Doğruluk, dünyada şeref, ahirette saadettir, selamete vesiledir. Şüphesiz doğrular, izzet, şeref, fazilet, iffet, haysiyet ve vakar sahibidirler. Doğru ve dürüst insanlar arasında kardeşlik, dostluk, sevgi, saygı, esirgeme ve bağışlama bağları kuvvetlidir. Doğruluk ve dürüstlük bütün güzel işlerin ruhudur. Bunun için İslam, insanlara inançta, sözde ve işte doğruluk ve dürüstlüğü emreder.
Allahü teâlâ, şöyle buyuruyor:
“Sen, beraberindeki tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür.” (Hud 112) Bu ayet-i kerimenin nazil olmasından sonra Peygamber Efendimiz: “Hud suresi beni kocattı.” buyurmuştur.
Doğruların Yardımcısı Allah’tır
Gencin biri Kâbe’de hep, Ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım, ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah’ım, sana hamdü sena ederim diye dua eder. Bu durum herkesin dikkatini çeker. Biri, (Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka bir şey bilmiyor musun?) der. O da şöyle anlatır:
7-8 sene önce yine Kâbe’de iken içi altın dolu bir torba buldum. İçinde tam 1000 altın vardı. İçimden bir ses (Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın) diyordu. Hayır dedim kendi kendime, bu benim değil, başkasının malı, kullanmam haram olur, dedim. Bu sırada biri, (şöyle bir torba bulan var mı?) diye bağırıyordu. Çağırdım ona; nasıl bir torbaydı, içinde ne vardı diye sordum. Torbayı tarif etti ve içinde 1000 altın vardı, dedi. Al öyleyse torbanı diyerek verdim. Adam torbayı açıp içinden bana 30 altın verdi.
Daha sonra pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir köleyi överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim, bu köle için ne istiyorsunuz dedim. 30 altın dediler. Adamdan aldığım 30 altını verip genci satın aldım. Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki, (Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın, beni onlara 30 bin altından aşağıya satma) dedi.
O kişiler yanıma geldi, bu esiri bize satar mısın dediler. Satarım dedim. 60 altın verelim dediler. Olmaz dedim. İyi ama sen bunu 30 altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz, dediler. Öyleyse gidin pazardan alın, dedim. Artıra artıra 20 bin altına kadar çıktılar. 30 binden aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Altınları verip, genci alıp gittiler. Ben o 30 bin altınla, işyerleri açtım, ticaret yaptım, daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlar, çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim, dediler. Ben de olur, dedim. Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti, kıza, bu nedir dedim. İçinde 970 altın var, babam Kâbe’de bunu kaybetmiş, bulan gence 30’unu vermiş. Kalanını da bana hediye etti, çeyizine koyarsın, dedi. Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş, vermese idim haram yoldan gelecekti, şimdi helal yoldan yine bana geldi.
Özet olarak söylemek gerekirse; yalancılık ne kadar kötüyse, doğruluk da o kadar iyi, güzel ve faziletlidir. Çünkü doğruluk; insanı nurlandırır, ahirete imanla göçmesine vesile olur, insanı cennete götürür, dünyada güzel ahlaklı, sevilen ve sayılan bir şahsiyet yapar.
Rabbim; bizi ve nesilerimizi doğrularla beraber sırat-ı müstakim üzerinde sabit tutsun, amin. (Mehmet Can)