Aslında hayatı; yemek, içmek, uyumak, eğlenmek ve zevku safa sürmekten ibaret kabul etmeyen her insanın, bu sorunun cevabını ciddi bir şekilde araması gerekir. Aksi takdirde dünya ve âhiretini harap etmeye mahkumdur. Peki bu önemli sorunun doğru cevabını kimden öğrenebiliriz?
Elbette diğer bütün konularda olduğu gibi bu mevzuda da hüküm Allahü Tealanındır. Çünkü bütün kâinatı ve küçük kâinat sayılan insanı yaratan O'dur. Yüce Yaradan'ımız, Kur'ân-ı kerimin Zâriyat suresinin 56. âyet-i kerimesinde meâlen: "Ben, cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım," buyuruyor.
Evet insanların yaradılış gâyesi, Allahü Tealayı tanımak ve O'na ibadet etmektir. Bu önemli gerçeği anlatan başka âyet-i kerimeler de vardır. Bunlardan birkaçı, mealen şöyledir:
"Hüküm yalnız Allah'ındır. O, size, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir." (Yusuf 40)
"Ey insanlar! Hem sizi hem de sizden önceki insanları yaratan Rabbinize ibadet edin!" (Bekara 21)
"O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyi yaratan O'dur. O halde yalnız O'na ibadet edin!" (En'am 102)
"Her kim, Rabbine kavuşmayı dilerse, sâlih bir amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın." (Kehf 110) "Allah'a ibâdet edin ve hiçbir şeyi Allah'a ortak koşmayın!" (Nisa 36)
Ayrıca her gün kıldığımız namazlarda, defalarca "Ancak sana ibâdet eder ve ancak senden yardım dileriz," âyet-i kerimesini okuyoruz. (Fâtiha 5)
Yine bir hadîs-i kudsîde: "Ben, gizli bir hazine idim. Tanınmak için muhlükatı yarattım." (Keşf'ul-hafa 2/132) buyuruluyor. Buna göre, asıl vazifemiz, Allah'a ibâdet ve kulluk etmektir. Diğer işler, ibâdetten sonra gelir. Dünya işleri; ibâdetlerimizi rahat bir şekilde yerine getirmeye yardımcı olmakla, en azından ibadetlerimizi engellememekle bir mânâ ifade edebilir. İbadetler, bütün işler yapıldıktan sonraya bırakılmaz, bilakis evvela ibadetler yapılır. Çünkü yukarıdaki âyet-i kerimelere göre Allah, bizi ibâdet etmek için yaratmıştır ve asıl görevimiz ibadet etmektir.
Bunun için müslüman, hayatını ibadetlerine göre programlar, zamanını ibadet-lerine göre düzenler. Mesela müslüman; yatsı namazından sonra, hemen uyumaya çalışır. Ta ki, -niyeti varsa- gece kalkıp teheccüt namazı kılabilsin. Gece kalkıp namaz kılmanın ne muazzam manevî bir zevk olduğunu, teheccüt namazı kılanlar bilir. Yine müslüman, erken yatar ki, duaların kabul edildiği zamalardan biri olan kıymetli seher vaktinde uyanık olabilsin. En önemlisi de erken yatark ki, sabah namazına rahat ve dinç bir şekilde kalkabilsin. İşte bütün bunlar için, müslüman çok mühim bir işi yoksa, yatsı namazından sonra, hemen uyur.
Bunu yapan kimse, büyük manevî kazancın yanında; tam uykusunu aldığı için, vücut ve ruh sağlığına kavuşur. Sabah erkenden kalktığından, rahat bir şekilde kahvaltısını yapar. Sabah kahvaltısının, insan sağlığı için son derece önemli olduğunu tıp otoriteleri söylüyor. Bunlar, ibadet etmenin ve hayatı ibadete göre tanzim etmenin, binlerce faydalarından sadece bir örnektir. Fakat müslü-man; hiçbir zaman ibadetleri, dünyevî faydalar ve kazançlar için yapmaz. Çünkü ibadetin sahih yani geçerli olması, dünya ve âhiret saadetini te'min etmesi, sadece Allah rızası için yapılmış olmasına bağlıdır. Çünkü bir âyet-i kerimede: "Hâlbuki onlara, ihlaslı bir şekilde yalnız Allah'a ibadet etmeleri, namazı hakkıyla kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte sağlam, dosdoğru din budur." buyuruluyor. (Beyyine 5) Bu âyet-i kerime; ibadetleri ihlasla, yani sırf Alahü Tealanın rızasını kazanmak için yapma-mızı emrediyor.
İbâdet, kişinin disiplinli bir hayata alışmasını da kolaylaştırır. İç çatışmalardan kurtararak bir iş yapabilme gücünü kazandırır. Aynı zamanda toplu olarak yani cemaatle yapılan ibadetler, ferdin; sosyal uyumuna yardımcı olur. Böylece kişi mutlu bir şekilde hayatını sürdürürken, toplum da anarşiden uzak; ilim-teknik ve sosyal gelişmeye elverişli bir ortama kavuşur.
Allahü Tealanın rızasını kazanmak için yaptığımız ibadetler sâyesinde; içimizdeki psikolojik patlamalara zemin oluşturan suçluluk kompleksinden kurtulma imkânını da buluruz. Nice somatik, bedenî hastalıklar vardır ki, onların kay-nağı psikolojiktir. Bu konunun önemi sebebiyle, bir ilim dalı olan "psiko-somatik" doğmuştur. Mesela üzüntü ve keder sebebiyle birtakım kimseler; şeker, ülser vs. gibi hastalıklara yakalanmaktadır. Halbuki insanın; duâ ve ibâdetle; üzüntülerin yıpratıcı te'sirlerine karşı bir direnç, bir irade gücü, manevî bir rahatlık ve teselli bulması mümkündür. Pek çok psikolojik hastalığın sebebi, ruhî ihtiyaçların ihmâl edilmiş olmasıyla ilgili olduğu, konunun uzmanları tarafından dile getirilmektedir.
İbâdet etmenin ne büyük bir kazanç, ne muazzam bir ticaret ve ne güzel bir saâdet olduğunu anlamak için şu mini hikâyeye kulak verelim: İki adam yola çıkarlar. Belli bir mesafeden sonra, yol ikiye ayrılır. Orada rastladıkları bir adam, onlara şöyle der: Bu iki yol, uzunluk bakımından aynıdır. Sağa giden yol, biraz sıkıntılı ve meşakkatli olmakla beraber, tehlikesizdir, oradan gidenler sâlimen menzillerine varırlar ve çok kârlı çıkarlar. Sola giden yol ise, görünüşte biraz kolay ve eğlenceli olmakla beraber, çok tehlike-lidir ve oradan gidenler, genellikle pişman olur ve zararlı çıkarlar.
Sağdakini tercih eden adam, tehlikesiz yola girdiği için, hiçbir şeyden korkmadan huzurlu bir şekilde -biraz yorgun da olsa- yolunu bitirip şehre iner ve çok güzel bir şekilde ödüllendirilir ve ebediyyen rahat eder. Sola giden zavallı ise, tercih ettiği o sıkıntısız ve eğlenceli görünen yolu, büyük korkular içinde bitirir ve o da şehre varır. Fakat geldiği yerde, kaçak-mahkum muamelesi görür ve kısa bir zamanda müebbet hapse mahkûm edilir. Böylece ebedi olarak bedbaht ve mutsuz olur.
Bu hikâyedeki yol, hayat yoludur. Sağa giden insan, Allah'a teslim olmuş; biraz meşakkatli, biraz zor da olsa İlahî emirleri yerine getirmiş, haramlardan kaçmıştır. Diğeri ise, Allah'a itaat etmemiş; emirlerine uymamış, yasaklarından kaçmamış ve isyan etmiştir. Buradaki meşakkat; namaz, oruç, hac, zekât, sadaka, emr-i maruf gibi ibâdetlerdir. İçki, kumar, zina, rüşvet ve insanları aldatma gibi günahlara bulaşmama konusunda verilen manevî mücadeledir.
Evet sağdan giden yol, islamiyet yoludur ki, sonu ebedî cennettir. Sola giden yol ise; küfür, isyan, günah ve sapıklık yoludur ki, sonu ebedî bedbahtlık olan cehennemdir. Elbette ki, akıllı insan; nefsine ve şeytana aldanmaz. Biraz zor da olsa cennete ve ebedî saadete giden sağdaki sıkıntılı gibi görünen yolu tercih eder. Sırf ibadet sıkıntısından kurtulmak ve geçici birkaç eğlenceden mahrum olmamak için, sonu cehennem ve ebedî hüsran olan soldaki yolu tercih etmez.
Birçok insanlar da kendilerini kandırırlar; "şimdi gencim, yaşlanınca ibadet ederim, sonra yaparım," diyorlar. Bunların ki de, tam mânâsıyla saçmalıktır. Çünkü insanın ne zaman öleceği meçhuldur. Kaldı ki, ibadet belli bir döneme mahsus da değildir. Dinimize göre; aklı yerinde olan müslüman, ergenlik çağına erdikten sonra, ölünceye kadar Yüce Yaradan'ına ibadet etmek ve yasakladıklarından kaç-makla mükelleftir. Yüce Rabbimiz; Hicr suresinin 99. âyet-i kerîmesinde: "Sana ölüm gelip çatıncaya kadar Rabbine ibâdet et" buyurmaktadır. (Mehmet Can)